Uyku, hayata karşı gardını düşürme halidir. Hem olan bitene kapanma hem de olan biteni kontrol etmekten vazgeçmektir. Dünyayı bir askıya alma hali olarak uyumak aynı zamanda ben olanın sadece kendisiyle yetinmesine de işaret eder. Uyku, bilincin kendisine yettiği bir süreçtir. Fakat uyanış ötekiyle teması gerektirir. Hegel bilincin kendini kavrayışı için ötekine duyduğu ihtiyaçtan söz eder. Ben kendisini kendisinden başlayarak bilemez, kendisini tanımlamak için doğrudan ötekine ihtiyacı vardır. Hepimizin diğerine kendimiz olmak için ihtiyacımız vardır. Bu da bilincin kendinden uyanışıdır. Uyku bir kapanış, uyanmak bir açılış halidir. Bu dünyaya açılıştır. Bilincin bu kendini idrak edişi için çevresine duyduğu ihtiyaç ikincil ya da keyfi bir durum değildir. Yani öteki, hayatta olmanın ve hayatı oldurmanın zorunlu unsurudur. O yüzden uyanış, hep yeni bir âleme atılan bir adımdır. Uyku ise kayıtsızlık, dünyaya sırtını dönmüş olmaktır.
Masallarda bir ceza motifi olarak geçen uyku hali, uyuyanın dünyanın akışından yalıtılmasıdır. Uykuya dalan hayattan menedilir. Grimm Kardeşler’in “Uyuyan Güzel” masalında prenses ve sarayı da bir lanetle uykuya daldırılmış, hayattan koparılmıştır. Uykudan uyanış da bir başkasının edimiyle olur. Kendiliğinden olmaz. Prensesi dünyaya bir prensin öpücüğü yeniden dahil eder, hatta ikna eder. Prensesin hayata dönmek için ötekisi olarak prensine ihtiyacı vardır.
Prenses ve onun sarayını, prens hayatın askısından indirir. Bir lanet olarak çöken uyku hali böylece sona erer.
Perec’in Uyuyan Adam’ında da depresyondaki kahraman uykuya dalarak dünyadan kaçar. Dünyadaki harala gürele ona dair değildir. Dünya içinde o olmasa da akar, devam eder. Bu devam edişin kendine dair olmaması Uyuyan Adam’ı da depresyon halinde kendinden uzak tutar. Evin işleyişi tüm ayrıntılarıyla gözlerinin önünde duruyormuş gibi yaparak devam eder. Duruş halinde bir akıştır bu. Uyuyan Güzel’in aksine, dünyanın sürdüğü bilinmektedir. Ama bilincin bu akışa dahil olması, kendisini bu akışta onaylatması mümkün değildir. Onu dünyanın uzağında tutan cadının laneti, dünyanın yarattığı hayal kırıklığıdır. Bazen hayatta cadıların kılık değiştirdiğini görürüz. Sivri şapkalarını çıkarıp bazen üniforma, bazen cüppe, bazen de sıradan kıyafetler giyiverirler. Bizi uykuya yollayan büyülü cümleler telefon iletileri, sosyal medya haberleri ya da karşılıklı iletişimsizlik olur bugünlerde. Büyü kazanları da telefonlara, e-postalara dönüşür. Çağın insanı hayattan koparan uykusu depresyona evrilir. Kapitalizm kültürünün öznelerin üstüne çökerek onu kendini tanıyacak, kendi uykusundan uyandıracak, ötekinden mahrum bırakan işleyişine kendi kendini yineleyen bir kara büyüye benzetmek çok da yanlış olmasa gerek aslında.
Polonya Yahudisi Perec, annesi ve babasının toplama kamplarında kaybedildiği çocukluğunu bir “uyanık uyurgezerlik” olarak tanımlar. Olan bitenin müdahale edilip yönlendirilemediği bir karabasan sürecidir bu Perec için. Gerçeklik muhataplarını dışarda bırakır, bilincin kendini doğrulayabileceği zemin ortadan kalkar. Buzlu camın arkasından seçebildiği gölgelerle sürdürülen yaşama dair edinilen bilginin ne kadarı doğrudur ne kadarı yanılsamadır bunu ölçecek bir terazi de yoktur. Bugünün aklı aşan işleyişinde tuttuğumuz pozisyon da gündelik bir uyanık uyurgezerlik halini andırır. Müdahale edemediğimiz maddi koşullarda ortalıkta dolansak da kendimizi inşa edeceğimiz algımız çoktan çarpıtılır. Tüketim odaklı tasarlanan hayatın, özneleşmeye fırsat tanımadan akışında metalara dönüşmemiz bizzat bir uyku halidir. Gündelik hayatın akışı hepimiz için bir yandan uyurgezer yolculuktur.
Yine de sonunda dünyaya karışmaya karar verir Uyuyan Adam. Yağmur yağarken Clichy Meydanı’na çıkar, korksa da vazgeçmez bundan. Uyanık uyurgezerlik halini aralayıp dünyanın ve kendinin bilincini kavrayarak, bu defa uyanarak bekler yağmur altında. Belki korkusu bugünümüzün hastalığı endişeye benzer bizim için. Gündelik koşuşturmamızın içinde reklamların, haberlerin uyuttuğu lanetlenmiş şatolarda ya da evlerde gerçekliğin kavranmasından uzak bir uyurgezer gibi puslu bakışlara maruz kalan hayatlarımızda uyandıran öpücük sokağa adım atışla olur. Gündelik hayatın efsunlu uyurgezerliğinden illa ki ötekilerin, ben olana sen olanın temasıyla uyanmak mümkündür.