Kasımın on dokuzuydu. Kirli ve sisli bir sabahtı. Her şey ıslaktı. Soğuktu. Fırının önünde bekliyordum. Oğlumun mülteci bir çocuğa verdiği mont, satılmak üzere ikinci el mağazasının açık vitrininde rüzgârda sallanıp duruyordu. Belki de çocuk karnını doyurmak için satmıştı. İçimi ıstan bu bahaneye sımsıkı sarılarak gelip geçene bakıyordum. Yorgun ve yaşlı bir güvercin fırının kapısında durmuş uyukluyordu. Birkaç çocuk, rüyalarından geç çıkmış olacaklar ki, okul yolunda anneleri tarafından sürükleniyordu.
Yeni tütün almak için caddenin karşısındaki tütünceye geçtim. Tütüncü, elektrikli sobasının altında kendinden geçmiş, nargilesini fokurdatıyordu. Tütünleri paketlemeye başlamadan önce her bir tütünden sigara kâğıda sardım. Taze tütünün tadını öğrenmek istiyordum. Tütüncü hemen kibritine davrandı, sigaramı yaktı. Çöpü sallayarak söndürdü, parmağının ucuyla çöpü açık kapıdan dışarı attı. Birkaç nefeste sigaradaki sert şark tütünün içtim. Başım döndü. Keyfim yerine gelmişti. Birkaç gündür küflü tütün içmekle kendime haksızlık yaptığımı düşündüm. Dükkânın buğulu camından kırmızı bir silüet geçti. Dikkatlice baktım, eşimdi. Oğlumun elinden tutarak mağazaya girdiler. Oğlumun mülteci çocuğa verdiği montu alıp çıktılar. Sigaramdan derin bir nefes çektim. Kapını önünde tarçın kuyruklu bir köpek durdu. Döndü içeriye baktı. Kıçının üzerine oturdu. Yanakları gerildi. Gülümser gibi oldu. Dilini çıkardı. Soluklanmaya başladı. Birden gideceğe yöne baktı. Kulakları ve kuyruğu heyecanla kıpırdadı. Kalktı, gitti.Tütüncüden çıktım. Yağmur başlamıştı. Şu montu neden geri aldığını bilmek istiyordum. Merakla mağazaya girdim. Montu sordum. İhtiyar tezgâhtar,
“Demin,” dedi. “Bir kadın aldı. Montun cebinde oğlunun ödevleri varmış.”
“Ne ödevi?”
“O kadar da ayrıntısını bilmiyorum,” dedi. Çıktım. Tarçın kuyruklu köpek kaşı kaldırımdaydı. Kuyruğuna oturmuş rögara bakıyordu.