Son çeyrek asırda Türkiye ve Almanya arasında sivil diyalog ve işbirliği alanlarında önemli ivme katedildi. 3,5 milyona yakın Türk’ün yaşadığı Almanya’yla 60 yılı aşkın siyasi, diplomatik, ticari ve kültürel ilişkilere sahip olmamıza rağmen, iki ülke arasında entelektüel ve sivil alanlarda kurulan diyalog ve ortaklıkların başlangıcı 2000’lerin başına uzanıyor. Türkiye’nin Avrupa Birliği adaylığına dair gerek Ankara’da gerekse Brüksel’de tam irade sergilendiği o yıllarda, Alman sivil toplum ve filantropi örgütlerinin Türkiye’deki sivil hak ve özgürlüklerin gelişimine ve bunu destekleyecek akademik ve sivil toplum işbirliklerine ilgisi de eş zamanlı olarak arttı.
Bunun bir yansıması olarak, 90’ların sonundan 2010’ların başına kadar geçen zamanda birçok Alman kuruluşu Türkiye’de temsilcilik açtı, ülkemizin saygın sivil toplum ve akademik kurumlarıyla uzun soluklu ortaklıklar kurdu, faydalı değişim programları başlattı. İklim değişikliği, göç, nitelikli eğitim, ekonomik ve demokratik kalkınma, sosyal refah gibi sayısız ortak problem üzerine müşterek çalışmalar yapıldı. Akademiden ve sivil toplumdan birçok paydaş değişim programları üzerinden her iki ülkenin entelektüel ve kültürel zenginliklerine erişerek, kamu faydası içeren etkili çalışmalar üretti. 2011 yılında Sabancı Üniversitesi ile Stiftung Mercator arasında kurulan iklim, göç ve Türkiye-Almanya-AB ilişkileri odaklı girişim ve Robert Bosch Vakfı’nın artık aktif olmayan Türk – Alman Gençlik Köprüsü projesi iki ülke arasındaki başarılı diyalog çalışmalarının başında gelmektedir.
2010’ların ortasından itibaren yaşanan birtakım küresel ve ulusal türbülanslar sonucunda Türkiye ile Almanya arasındaki bu verimli işbirliğinin debisinde somut bir düşüş kaydedildi. Türkiye’nin otoriterleşen siyasal iklimi, 15 Temmuz darbesi sonrasında kapsayıcılık yükümlülüğü bulunan siyasal süreçlerdeki çok sesliliğin yerini tek sesliliğin alması, hükümet baskılarıyla sivil alandaki daralmanın hızlanması, ifade ve basın özgürlüklerinin dezenformasyon yasaları altında çiğnenmesi ister istemez entelektüel ve akademik temeller üzerine inşa edilen iki ülke arasındaki ortak girişimleri de sarsmaya başladı. Bunlara ek olarak, pandemiyle birlikte sivil ve akademik alanlarda uluslararası önceliklerin yerini ulusal ve yerel çıkarlara bırakması, bu tür ortaklıklara sağlanan fon ve hibelerin de azalmasına yol açtı. Pandemi sonrası normalleşme dönemine girildiğinde özellikle Türkiye sivil toplumunu ve uluslararası girişimleri yakından takip eden uzmanların fark ettiği en önemli değişim, bir zamanlar ülkemizdeki demokratik, akademik, entelektüel ve sivil gelişimin belkemiği olan Türkiye ile Almanya arasındaki diyalog ve değişim programlarının niteliksel ve niceliksel olarak azalmış olmalarıydı.
MeDI 2024: Türkiye ve Almanya’nın ortak sorunlarına yaratıcı bir bakış
Her ne kadar yukarıda söz edilen şartlar, sivil toplum ve özgür medya gibi kilit demokratik kurumların kalkındırılmasını amaçlayan imkân ve inisiyatifleri azaltmış olsa da, bunların tamamen ortadan kalkmadığı Medyascope ve Alman Candid Vakfı’nın ortaklaşa gerçekleştirdiği MeDI 2024: Türk-Alman Medya Diyaloğu ve Kuluçka Programı tarafından kanıtlanmıştır.
Aynı 2000’lerde olduğu gibi, Türkiye ve Almanya’yı ilgilendiren ortak sorunların yaratıcı ve yapıcı fikirler ve enstrümanlarla çözümünü amaçlayan MeDI 2024 programı, muadillerinden farklı olarak, bu key sahneyi akademisyenlere, kanaat önderlerine, sivil toplum aktivistlerine, sosyal bilimcilere değil; medya ve film sektörlerinden profesyonellere bırakıyor. Projeye seçilen 7 Türk ve 7 Alman katılımcı, medya, film ve dijital içerik dünyalarının kendilerine sağladığı teknolojik ve yaratıcı zenginliklerini kullanarak önümüzdeki aylarda her iki toplumu birbirinden uzaklaştıran, iki kültür arasındaki yapıcı diyaloğu zayıflatan önyargılara, müşterek sorunlara, kökleri tarihin derinliklerine uzanan kavramsal çatışmalara çözüm arayacak.
Bu minvalde çalışmalarına 24 – 27 Temmuz tarihlerinde İstanbul’da düzenlenen atölyede başlayan 14 genç gazeteci, yapımcı, yönetmen ve dijital içerik üreticisi, bu üç günlük süre içinde kendilerini bir araya getiren ortak kaygı ve çözüm önerilerinin, önyargılardan ve diğer ayrıştırıcı unsurlardan çok daha fazla olduğunu keşfetti.
Programın İstanbul oturumunda Türkiye’den birçok değerli gazeteci, aktör, belgesel yönetmeni ve yapımcısının yanı sıra dijital içerik üreticisiyle bir araya gelerek dolu dolu bir üç gün geçiren medya profesyonelleri, bu paneller esnasında gündeme getiren sorunların her iki ülkede de ortak biçimde tezahür ettiğini gözlemlediler. Programda, Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü’nden Arzu Öztürkmen, Yönetmen Fırat Özeler, Bahçeşehir Üniversitesi Yeni Medya Bölümü’nden Can Ertuna, gazeteci Kadri Gürsel, Fayn Stüdyo editörü Semin Gümüşel Güner, Derin Yoksulluk Ağı kurucusu Hacer Foggo, oyuncu Gürgen Öz, belgeselci Ulaş Tosun’un katılımıyla bir dizi panel gerçekleşti.
Her ne kadar medya ve ifade özgürlüğü alanlarında Türkiye’de yaşanan ihlallerin çok daha ağır olduğunu belirtseler de katılımcılar, keza aynı sorunların daha hafif ölçekte Almanya’da da yaşanabildiğinin, özellikle bağımsız içerik üreticilerinin Almanya’da gerek kamu gerekse özel sektörde erk sahiplerince yıldırılmaya çalışıldığının altını çizdi.
Paneller üzerinden ortak sorun tespiti yapan katılımcılar, proje geliştirme seanslarında ise birbirleriyle daha yakın nasıl çalışabileceklerini, ortak ilgi alanlarını, hünerlerini ve birlikte ele almak istedikleri sorunları keşfettiler ve tartıştılar. Bu seanslarda göze çarpan en önemli dinamiklerden birisi ise, konvansiyonel, yeni, dijital, görsel ve çok unsurlu medya enstrümanlarının hepsinin bir sorunun farklı yönlerine dikkat çekebilmek amacıyla hünerli ellerde bir arada kullanabileceğine dair katılımcılarca yapılan gerçekçi önermeler oldu.
İstanbul atölyesinin ortaya çıkardığı bir diğer önemli özellik ise, yazının başında söz edilen son yıllarda iki toplum arasında gözlenen yabancılaşmaya rağmen, katılımcıların birbirlerinin ülkesindeki gelişmeleri yakından takip etmeleri ve sorunların kök nedenleriyle ilgili son derece donanımlı bilgilere sahip olmalarıydı. Bu yüksek bilinç düzeyi, derin yoksulluk, kültür-sanat üzerine verilen hegemonya savaşları ve mali sürdürülebilirlik sorunları gibi ciddi konuların çok daha kolay anlaşılması ve nitelikli tartışmalar çerçevesinde ele alınmasıyla sonuçlandı. Katılımcılar, bu konuların uzmanları olan panelistlerle sordukları iyi çalışılmış soruları ve düşündüren yorumları üzerinden angaje olarak projenin bundan sonraki bölümleri için ufuk açıcı bir yol haritasının oluşturulmasına da emsalsiz katkılar sundu.
Sıradaki Durak: Berlin
İstanbul atölyesinden son derece enerjik ayrılan katılımcılar, ekim ayında Almanya’da yeniden bir araya gelerek bu kez Alman uzmanlarla fikirlerini değerlendirecek ve film, belgesel, video-haber ve diğer dijital içeriklerden oluşabilecek projelerini şekillendirmeye başlayacaklar. Katılımcılar, ekim ayı sonunda Almanya’da yapılacak fiziksel ve çevrimiçi çalıştaylara katılarak yeni beceriler, işbirliği fırsatları, teknolojik donanımlar kazanacaklar.
Program sonunda iki ülke arasındaki ilişkileri güçlendirmeye yönelik gazetecilik, eğlence medyası, kurmaca film ve belgesel alanlarında ortaya çıkacak ortak proje teklifleri imkanlar dahilinde desteklenecek.