Yazar Hikmet Hükümenoğlu ilk kez 2005’te yayımlanan Kar Kuyusu romanıyla yeniden karşımızda. Karlı bir İstanbul kışında kahramanlarımız gizem, gerilim ve aşk arasında dolanıyorlar. Bu sürükleyici roman hakkında yazarıyla konuştum.
Kar Kuyusu gerilim romanı kategorisinde, ama ben içinde aile travmaları, arkadaşlık, aşk yani çok duygusal tatlar da buldum. Doğru bir noktada mıyım, Kar Kuyusu yalnızca gerilim türünün örneği değil, içinde gerilim barındıran duygusal bir roman mı?
Elbette, öyle de konumlandırabiliriz. Zaten yazar olarak da okur olarak da türler arasında keskin sınırlar değil, gizli geçitler bulmayı seviyorum. Hemen hemen tüm romanlarımda gerilim öğeleri var fakat sanırım en çok Kar Kuyusu‘nda var. Bununla birlikte aşk ve aile var, onlar da benim sürekli kurcaladığım temalar.
Benim derdim anneliğin bir meslek, hayat gayesi, varoluş sebebi, hobi ya da müsabaka olarak yaşandığı durumlar. Bu tarz anneliklerin çocuklar üzerinde kalıcı hasarlar bırakması
Nuri ve Nur isimlerinin benzerliği tesadüf olmamalı. Ailelerinin yaraladığı iki insan. Cümlenize bayıldım “Sırf hayatta tutunabilecekleri başka bir şey bulamadıkları için çocuk yapan insanlara izin vermemek lazım.” Bu konudaki düşüncelerinizi daha ayrıntılı öğrenebilir miyiz? Ebeveyn olmak sizce nedir ve nasıl olmalıdır?
Bu konuda yorum yapmam çok sakıncalı çünkü malum, “Anne olmayan anlamaz” diye bir atasözü var. Bilmediğim ve anlamadığım çok şey olduğuna eminim, onu asla inkâr etmiyorum. Benim derdim anneliğin bir meslek, hayat gayesi, varoluş sebebi, hobi ya da müsabaka olarak yaşandığı durumlar. Bu tarz anneliklerin çocuklar üzerinde kalıcı hasarlar bırakması. Ebeveyn olmak kuşkusuz çok zor ve karmaşık bir şey. Hem duygusal hem de kimyasal bir şey. Ama mümkünse bir parça soğukkanlı yaklaşmak gerekiyor kanımca. Bana doğadaki annelik modelleri galiba daha sağlıklı görünüyor. Kediler, köpekler vs. çok güzel çözmüşler bu işi. Yap, koru, besle, sal modeli.
Depremin bizi öldürmek gibi bir arzusu yok, depremde yıkılan binaları yapanların bitmek bilmeyen açgözlülüğü var
Depremle başlayan roman, İstanbul’u felç eden kar yağışıyla devam ediyor. Sokaktaki karanlık yüzlü insanlar ve azgın köpekler mi daha korkunç, bu şehrin yaşayabileceği doğa olayları mı? Tam da sokak hayvanları gündemimizdeyken neler söylemek istersiniz?
Doğa zaman zaman korkutucu olabilir çünkü muazzam bir güç. Ama kasıtlı kötülük yaptığı, öldürmek için hırs yaptığı ya da eziyet etmekten keyif aldığı görülmemiş. Kötülük kavramı insanda var, dolayısıyla insanlar bana göre hep en korkunç. Depremin bizi öldürmek gibi bir arzusu yok, depremde yıkılan binaları yapanların bitmek bilmeyen açgözlülüğü var.
Mahallelerdeki dedikodu furyası, yaftalamalar, iftiralar ve derken iyi insanların gerçekleri gün yüzüne çıkarması. İnsanlar bizi şaşırtıyor değil mi hem iyilikleri hem kötülükleriyle. Neler söylemek istersiniz?
Demin kötülük insanda var dedim, ama kendi kendimi düzeltiyorum, aslında kötülük birkaç insan bir araya gelince ve bir topluluk halinde yaşamaya başlayınca ortaya çıkıyor sanırım. İyilik de öyle. Nedense kötülük daha kolay ortaya çıkıyor, iyilik daha yoğun bir çaba gerektiriyor. İyilerin yoğun çabası olamasa neslimizi kendi ellerimizle çoktan sona erdirmiştik zaten.
Kar Kuyusu benim ilk romanım, çocukluğumu saymazsak elime kâğıt kalem alıp yazdığım ilk metin
Son olarak şaşırtıcı bir son, bizi beklenmedik bir yere sürüklüyor. Moda deyimle ters köşeye. İnsan ruhu en karanlık kuyulardan daha karanlık olabiliyor sanki. Sizin düşüncelerinizi merak ediyorum.
Kar Kuyusu benim ilk romanım, çocukluğumu saymazsak elime kâğıt kalem alıp yazdığım ilk metin. Şu anda bitirmekte olduğum romanı düşünüyorum, yine aynı temayı işliyorum. Geriye dönüp bakıyorum, aslında tüm romanlarımda aynı temayı işlemişim. Bunu oturup planlamadığıma göre şunu anlıyorum: Beni yazmaya iten insanın karanlık ruhunu ya da ruhundaki karanlıkları kurcalama dürtüsü. Neyse ki malzeme bol.