Birinci kadeh sağlığa
İkinci kadeh aşk ve zevke
Üçüncü kadeh ise düşler alemine kesilen tek kişilik bir bilete.
Dionysos
Dionysos’a göre her kadehin bir anlamı vardır. Üçüncü kadehe kadar büyülü bir duygu yolculuğuna çıkaran şarap içiminde, üçüncü kadehten sonra bu yolculuğa duygu karmaşaları eklenir. Antik Yunan’da sarhoş olmak hoş karşılanmadığı için şarap genellikle sulandırılmış ve ölçülü tüketilmesine özen gösterilmiştir. Samos’ta M.Ö. 500’de yaşayan filozof Pisagor’un tasarladığı adalet kupası buna çok güzel bir örnektir. Açgözlülük yaparak kupasına daha çok şarap doldurmak isteyenlere karşı tasarlanan adalet kupası belirli bir seviyeden sonra şarabı altındaki delikten dışarıya akıtır. Şarap salt bir içki değildir. Mitolojiyi, edebiyatı, felsefeyi etkileyen efsunlu bir içecektir. Bir şarap evinde bu müstesna içkiyi büyük bir şairle konuşmak paha biçilmez bir deneyimdi. Hilmi Yavuz beni kırmadı ve bu söyleşiyi okurlarının tanıklığında Zeyta Emirgan’da gerçekleştirebildik.
Söyleşinin ismi ile başlamak istiyorum. Hilmi Hoca şarap evinde söyleşi davetimi kabul ettiği anda zihninde söyleşinin başlığına dair bir şeyler uyanmış olmalı ki bana söylediği ilk cümle “Hakikat Şaraptadır,” oldu. Sonrasında cümleyi parçaladık. Çünkü edebiyat, özellikle şiir şaraptan ayrı düşünülemeyeceği için söyleşinin başlığı “Şarap ve Hakikat” biçimine dönüştü. Danimarkalı felsefeci ve teolog Soren Kierkegaard 1845 yılında bir kitap yayımlar. In vino veritas yani “Hakikat şaraptadır.” Şarabın hakikatle olan ilişkisinin tarihi, Kierkegaard’ın In Vino Veritas’ından daha eskidir, öyle değil mi? İsterseniz buradan başlayalım.
Antik Grek metinlerinde In Vino Veritas’ın Grekçedeki karşılığına tesadüf ediyoruz: En Oino Aletheia… Bazı Grek tarihçileri Perslerden söz ederken, onların ayıkken aldıkları kararları, sarhoşken sorgulamak gerektiğine inandıklarını bildirirler.
In Vino Veritas ya da En Oino Aletheia’nın, hemen hemen bütün dünya dillerinde karşılığı olan bir deyiş olduğunu söylemeliyim: Örneğin İngilizcede What Soberness Conceals, Drunkennes Reveals; [Ayıklığın gizlediğini, sarhoşluk ifşa eder.]; Fransızcada Ce que le Sobre tient au coeur, est sur la langue du buveur [Ayık olanın kalbindeki, sarhoş olanın dilindedir.].
Son bir açıklama: Türkçeye Şölen diye çevrilen ve felsefi tartışmaların yapıldığı, Platon’daki Symposion kelimesinin, Grekçedeki anlamı ilginçtir: Symposion Grekçede ‘Birlikte içki içmek’ demektir.
Sören Kierkegaard’ın “Hakikat Şaraptadır,” kitabı ile Platon’un Symposion kitabı arasında benzerlikler var.
Platon’un Symposion’una açık bir biçimde gönderme yapılan kitapta, düzenlenen bir şölene çağrılanlardan konuşma yapmaları istenmektedir. Şölenin konusu, Platon’un Symposion’undaki konunun aynısıdır: Aşk. Şöleni veren, bu toplantının adını da belirlemiştir: İn Vino Veritas. Kierkegaard söz konusu metni için şu açıklamayı yapar:
‘Elbette konuşmalar yapılacaktı, ama salt söyleşilerle yetinilmeyecek ve İn Vino dışında konuşulması söz konusu olmayacaktı. Ve İn Vino dışında hiçbir hakikatten bahsedilmeyecekti: Zira Şarap, hakikat adına, hakikat da şarap adına bir savunmaydı.’ Kierkegaard kitabında şarap ile hakikat arasında bir ilişki kurmaz. Bir yöntem olarak şarabın kişilerin düşüncelerini dile getirmeleri için bir araç olduğunu söyleyebiliriz.
Kierkegaard’ın In Vino Veritas’ındaki karakterler, örneğin Victor Eremia, Yargıç William ve baştan çıkarıcı Johannes, filozofun Ya/ Ya da [Either/Or]’undan¸ Konstantin ve Delikanlı ise Yineleme [Repetition] adlı kitabındaki kişilerdir.
Felsefenin In Vino Veritas’ı, Platon ve Kierkegaard üzerinden Hakikat’ini değil, ama Edgar Morin’in deyişiyle Hakikat Hassasiyeti’ni [Le sentiment de la Verité] dile getiren edebiyatın, özelde de şiirin konuyu nasıl ele aldığına bakmak gerekiyor.
Bir yazınızda “şarabın tarihi, edebiyatın tarihi ile atbaşı gider. Başka türlü bir deyişle şarabın tarihi ile edebiyatın tarihi paralel okumayı olanaklı kılar” demişsiniz. O halde ilk iş mitolojiye başvurmak olacak. Batı mitolojisinde Dionysos, Doğu mitolojisinde ise Cemşid bizlere şarap hakkında neler söyler?
Eski Yunan dithirambos’larında şarap, Dionysos ile birlikte anılır. Şarap tanrısıdır Dionysos ya da Backhus! Ernest Granger, M.Ö 6. yüzyıldan başlayarak her şeyin (sanat, şiir, toplum hayatı ve dinin) onun etkisi altında olduğunu yazar. Dionysos delice neşenin, yaratıcı coşkunun, esriyip kendinden geçmenin “kurumaz kaynağı” olan şarabı vermiştir insanoğluna. Yunan kültürünün temeli Trajedyadır, Trajedya’nın ilk Tanrısı ise Dionysos! Dionysos’ça var olmak. Nietzsche’nin dediği gibi, insan ruhunun o esrime ve kendinden geçme ile kendine çizilmiş olan sınırları aşması, doğanın bütünü içinde yitip gitmesidir. Nietzsche gibi söylersek var olanın analarına, şeylerin gizli yüreğine giden yol açılmış olur. Şarap Tanrısı Dionysos bu taşkın içgüdünün tanrısıdır. Başında sarmaşıklar ve defneden çelengiyle, elinde şarap kupası, ağaçlık derelerde durmadan dolaşır, ardı sıra kentaurlar çalgı çalarak onu izlerlerdi. Şenliklerde ise bakkha’lar adı verilen kadınlar olurdu Dionysos’un çevresinde.
Doğu mitolojisi ise şarabın Cem ya da Cemşid tarafından bulunduğunu bildirir bize. Rivayete göre Cem, maiyeti ile birlikte bir kır gezintisindeyken gökte bir kuş görmüştür. Kuşun ayaklarına da bir yılan sımsıkı sarılı durmaktadır. Cemşid okçularına kuşa zarar vermeden yılanı vurmalarını buyurur. Okçular yılanı Cemşid’in buyurduğu gibi öldürünce, kuş Cemşid’in yanına gelir ve gagasından çıkardığı birkaç tane bırakır. Bu taneler toprağa ekilince de üzüm ve asma elde edilir. Üzümün suyunu içmek âdet haline gelir. Ayrıca çok bekleyen üzüm sularının zehirli olduğuna da inanılmaya başlanmıştır. Bir gün Cemşid’in cariyelerinden biri intihar etmek ister. Bunun içinde bir köşede unutulmuş ve köpürmüş üzüm şırasını içer. Daha sonra kendisine geldiğinde değişik ruh halleri belirir. Durumu Cemşid’e anlatır. O da şırayı uzun müddet bekletip içmeyi âdet haline getirir. Bu şıra şaraptır. Cemşid İran mitolojisinin bir hükümdarıdır. Yedi yüz yıl ya da yedi bin yıl yaşadığı söylenir. Kutsal kitap Zentavesta’da ise adına, bir hind mâbûdu olarak rastlanır. Divan şiirinde şarap kadehi, onun adıyla anılır: Câm-ı Cem. Nef’inin ünlü gazeli,
Esdi nesim-i nev-bahar açıldı güller subh-dem
Açsın bizim de gönlümüz, saki, meded, sun cam-ı cem
diye başlar.
Görünen o ki Cemşid ile Dionysos arasında benzerlik söz konusu. Peki, bu benzerliği dile getiren hangi edebi eserleri örnek gösterebiliriz?
HİLMİ YAVUZ: Cemşid’le Dioysos arasındaki benzerliğe Ahmet Hamdi Tanpınar, Yahya Kemal’in şiiri bağlamında dikkati çeker. Gerçekten de örneğin ‘Şerefâbâd’ gazelinde Yahya Kemal, Cemşid neşvesiyle Dionysos coşkusunu, müzik cümlelerinde birleştirir gibidir:
O şûh ağlar bugün kasr-ı şerefâbâde geldikçe
O nûşanûş demler hatır nâşâde geldikçe
Ne cuşân-ı şerab ü lale bir devr-i bahariydi
Ki hâlâ çeşmeler pür-hûn olur her yâda geldikçe
Gülerdi taht-ı zerrin türe Cem gülşende güllerle
Sebû endâm sâkiler elinden bâde geldikçe.
Bu gazelde hem şenlik hem coşku hem sevinç bir aradadır ve her üçü de şarapla var olur.
Ahmet Haşim’in bade ile ilişkisi ise, Yahya Kemal’inkinden radikal bir farklılık gösterir. Haşim’de ‘bade’, bazan, günbatımı kızıllığında, havuzun suyunun ‘ateşten bade’ye benzemesi (kırmızı şarap rengini alması) bağlamında bir istiaredir. Kısaca, şarabın kendisi yoktur; şarap, bir benzetme öğesidir Haşim’in şiirinde:
Bir acem bahçesi bir seccade
Dolduran havzı leşten bade
Ne kadar gamlı bu akşam vahi
Bakışın benzemiyor mu ‘tade
suyun şarabın kızıllığını alması, Homeros’un Odysseia’sında da denizden ‘şarap renkli deniz’ diye söz edilmesine neden olur.
Ahmet Haşim’de şarap, Aşk’a da gönderme yapar: Onun o ünlü ‘Mukaddime’si, ‘şarap’ istiaresi bağlamında aşk’ı anlatır:
Zannetme ki güldür ne de lale
ateş doludur, tutma, yanarsın
kaşında şu gülgun piyale
İçmişti Fuzulî bu alevden
Düşmüştü bu iksîr ile mecnun
Şiirin sana anlattığı hale
Yanmaka bu sagardan içenler
Doldurmuş onunçün şeb-i aşkı
Baştanbaşa efgan ile nâle
Ateş doludur, tutma, yanarsın
Karşında şu gülgûn piyale
Aşk, bir piyalenin, yani şarap kadehinin içindeki kırmızı gül renkli şarap gibidir; -o kırmızılık, ateşin kırmızılığıdır; o yüzden de kadehi tutmamak, aşkın çekimine kapılmamak gerekir. Fuzulî de bu şaraptan, aşk şarabından içmiştir; Mecnun da şiirlerde anlatıldığı hale, işte bu iksirden içtiği için düşmüştür.
Divan şiirinde şarap adlarına dair zengin söz dağarına sahip olunduğunu görmekteyiz. Diğer yandan şarabın farklı kavramlarla şiirde yer edinmesi onu bir içki olmanın ötesine taşıyor. Şarap hangi sözcüklerle divan şiirinde karşımıza çıkıyor ve neleri simgeliyor?
Divan Edebiyatı gerçekten de bu konuda birçok kavramı içinde barındırır. Örneğin, ‘sabuh’, mahmurluğu gidermek için sabahleyin içilen şaraba verilen addır. ‘Kandid, şeker kamışından yapılan şaraba denir. Siyaha çalan koyu kırmızı şarabın adı, ‘kümeyt’tir. ‘Nebiz hurma şarabıdır. Üçte biri kalıncaya kadar kaynatılmış şaraba, ‘müselles’ denir; süzülmüş halis şarap, ‘şerab-ı mürevvak’tır. Bin senelik eski şaraba, ‘şarab-ı Nuhî’ adı verilir. Nar rengindeyse bu ‘şarab-ı rummani’ adım alır. Divan şairlerimiz, Avrupa’yla olan ilişkilerin modernleşme ve Batılılaşma doğrultusunda yoğunlaştığı dönemde, -ki bu, III:.Selim dönemidir- Avrupa şaraplarının adlarım da şiirlerinde kullanır olmuşlardır. III:Selim dönemi şairlerinden Aynî, bir şiirinde ‘Bordo’ (‘Bordeaux’) şarabından söz eder:
Komandariyye, şampanya vü Bordo
Koyup cama içer ol çeşm-i cadu
Aynî, şarap ve rakı mezeleri konusunda yazdığı bir Sakiname‘de (genellikle, içki üzerine yazılan şiirlere ‘Sakiname’ denir), şarap mezesi olarak sığırdili kavurma, kuş kebabı ve söğüş büryanı tavsiye eder:
Sığırdili kavurma, kuş kebabı
Söğüş büryan ile nûş et şarabı.
Ama hiç kuşkusuz asıl meze, şarap sunan sakinin vereceği buse, yani öpücüktür:
Sah demidir yürüye sagar
Lütfunla ayaklana dolular
Her doluda buse ver lebinden
Sun nuklünü sib-i gabgabından
Dolu içelim olub safada
Şeftalini eyle nukl-i bade
(Ayraç içinde belirteyim: Bu son şiirde kullanılan ‘dolu’ sözcüğü, bir ‘harabat’, yani içki âlemi kavramıdır. Saki, dayanıklı sarhoşlara ‘dolu’ sunduğu halde, çabuk cıvıtanlara, nöbeti gelince, yarım (‘nim’) sunar. Nedim’in,
Bir şeker handeyle bezm-i şevke cam ettin beni
Nim sun peymaneyi, saki tamam ettin beni
beyiti de bunu anlatır. Harabat meclisinde, meclisin sonuna doğu, iyice cıvıtanlara boş kadeh sunulur. Bezmâleminde şarap içmenin belirli âdab ve erkânı vardır.)
Mahmut Erol Kılıç, ‘Sufi ve Şiir‘ adlı çalışmasında, ‘ister Türk, ister Arap ve ister Fars edebiyatı[nda] olsun, en çok kullanılan tasavvufi sembol[ün] şarap olduğunu belirtiyor ve iki insani tavrın, âşığın ve sarhoşun durumlarının ‘Hak yolcusunun tavırlarına insanlık mertebesi içerisinden en yakın düşen tavırlar’ olduğuna değindikten sonra, bir mecaz olarak ‘şarab’ın, ancak, tasavvufta ‘insan-ı kâmil’ mertebesine ulaşmış sufiler tarafından kullanılması durumunda bir sakınca doğurmayacacağını öne sürer ve şöyle der: “Fakat bu sembolleri bir kâmil [insan] kullanmazsa, o zaman ortada bir tehlike var demektir.”
Mevlânâ bunu çok güzel açıklar:
Sus, ham kişinin yanında şarabın adını anma
Zira onun aklı o adı sanı kötü şaraba gider
O bu sözleri ile sanki büyük Arap sufi şairi İbn Farız’ ın
Biz sarhoş olduğumuzda
Daha üzüm yaratılmamıştı
dizelerini şerh eder gibidir.
İlginç olan, Mahmur Erol Kılıç’ın da işaret ettiği gibi, ‘İran’ın dini lideri Ayetullah Humeyni gibi bir din adamının dahi, hemen hemen her şiirinde’, tasavvufi anlamda şarap motifinin kullanılmış olmasıdır. Dolayısıyla, tasavvuf söyleminde bade, tinin coşkusu için bir araçtır. Coşkuysa Aşk’la Allah’a ulaşmanın bir yolu… O nedenle de tasavvufta bade ya da şarap bir mecazdır.
Bade’nin bir mecaz değil de doğrudan doğruya şarap anlamına geldiği de unutmamalıdır. Ziya Paşa’nın
İç bade, güzel sev, var ise aklu şuurun
Dünya var imiş, ya yoğ imiş ne umurun
beyti de badeyi, tasavvufi bir mecaz değil, dünyevi anlamında kullanır.
Tasavvuftan söz açılmışken, İslam Şeriati’nde şarap konusuna da değinelim. Bilinen şu: İslamda şarap, haramdır. Ama, ‘Hakikat-i Mey’ gibi bazı sofiyye kitaplarında şarabın helal olduğu hakkında birtakım kanıtlar öne sürülmüştür. Emevi halifelerinden II.Velid’in ise bir şiirinde, “Şarap Muhammed dininde haram ise, biz de Mesih dinine ıttıbaen (tâbi olarak) içeriz” dediği rivayet ediliyor. Ama bu konuda, gerçekten olağanüstü güzellikte bir beyit, Şirazlı Hâfız’ındır:
Der mezheb-i mâ, bade helal, veâlakin
Bî rûy-i tu, ey serv-i gül endâm, haram est.
(Ey selvi boylu gül endamlı güzel! Bizim mezhebimizde şarap helaldir. Ama senin yüzünden başka bir yüze karşı, senin yüzün olmadan içersem, bu haramdır.)
Sünni olmayan (heterodoks) bir hayat tarzını benimseyen Anadolu (ya da Rum) abdalları, şarap içmekte bir sakınca görmezler. Osmanlı’nın ikinci padişahı Orhan Gazi döneminde yaşamış olan Geyikli Baba’ya ilişkin bir kaynakta, padişahın Bursa seferi sırasında, Geyikli Baba’nm İnegöl civarındaki Kızıl Kilise’yi, bir ‘ulu geyiğe biniş ele geçirdiği yazılıdır. Bu durum Orhan Gazi’ye bildirildiğinde, padişah Geyikli Baba için, ‘Baba mey-hordur’ deyip, ona ‘iki yük arakı ve ve iki yük şarap’ yollamıştır.
‘Bade’nin yanı sıra mey de şarap demektir. Divan edebiyatı, baştanbaşa bir şarap edebiyatı olduğu için genellikle, biraz da küçümseyici anlamda, bu edebiyattan mey ve mahbub edebiyatı diye söz edilir.
Divan edebiyatında şarabın mevsimi ilkbahardır. Çünkü bahar, insanların kırlara koşup bezm ve eğlenceler düzenledikleri mevsimdir. Lale devrinin büyük şairi Nedim’in ‘ey gönül’ redifli gazelinin
Gül mevsiminde tevbe-i meyden benim gibi
Zannım budur ki sen de peşimansın ey gönül
beyti, ilkyazda şarap içmeyi bırakmış şairin pişmanlığını dile getirir. Dikkat ettiyseniz burada Nedim, gül mevsiminden söz ediyor. Gül mevsimi de ilkbahardır.
Şairler ve rindler, şarabı, ‘üzümün kın’ (Arapçası. bint’ül-ineb’) ya da ‘sevincin kız kardeşi’ (Arapçası ‘uhd’ül meserred’) diye anarlar. Zahidler ve softalar ise, ‘kötülüklerin anası’ (ümm’ül-habais) olarak! Sırası gelmişken, bint’ül ineb’e ilişkin bir anekdotu anlatayım. Ünlü heykeltraşımız Kuzgun Acar’ın babası Nazmi Acar, şaraba düşkün bir içkiciymiş. Eski deyişle, ‘şaribilleylivennehar’ (gece gündüz içen)!
Söylemek gerek: Nanni Acar Bey, bembeyaz tenliydi, oğlu Kuzgun Acar’ sa yine eski deyimle, ismiyle müsemma, yani kuzguni kara! Siyahi olmasının nedeni ise, annesi Hikmet Hanım’dır. Nazmi Acar Bey, gerçekten çok güzel bir siyahi olan Hikmet Hanım’a delice âşık olur. Hikmet Hanım da Nazmi Bey’i istemektedir ama evlenmek için bir şartı vardır: İçkiyi, şarabı bırakması! Nazmi Bey, ne yapsın, zilzurna âşıktır ve çaresizdir, Hikmet Hanım’ın şartını kabul eder, içkiyi bırakır ve evlenir onunla. Nazmi Acar’ın ‘Esafil-i Şark Taifesi ‘ diye anılan dostlarından biri, bu evliliği şu dizeyle ölümsüzleştirir(!):
Boşadı bint-i inebi, aldı bint-i arabi
(Üzümün kızını boşadı,arabın kızını aldı).
‘Üzümün Kızı’ istiaresi (metaforu) sadece Arapçasıyla değil, Farsçasıyla da kullanılmıştır: Duhter-i rez’duhter’, Farsça kız demektir, rez de üzüm). Yahya Kemal’in
Bomboş, sonu yok daire her yer merkez
Hallak ne cânibdedir insan bilemez
İdrakini yorma, zevke dal gülşende
Gülrenk lebinden öpülür duhter-i rez
rübaisi, üzümün km’m, gül renkli dudağından öpmeye çağırır bizi. Sevgilinin dudağı, kırmızıdır, gül rengindedir. Kırmızı şarabı, (üzümün kızı’m) sevgiliye, kadehten ya da mey kasesinden alman yudumlan ise, sevgiliyi gül renkli dudağından öpmeye benzetiyor Yahya Kemal…
Şarabın sarhoşluğunu, şarap yapıldıktan sonra kalan tortusuna ‘lay- adı verilir. Şarap tortusu içen ve hamamların külhanlarında yatıp kalkan rindler vardır. Divan edebiyatında bu rindlerin en ünlüsü, ‘Külhani-i Layhar diye bilinen Naili’nin,
Tarik-ifakada hemkefş olub Senai ‘ye
Cenab-ı Külhani-i Layhare dek gideriz
beyti bir bilgin (alim) olan Hoca Senai ile Külhani-i Layhar arasındaki hikâyeye telmih vardır.. Rindin, bilgine üstünlüğünü anlatır. Nâilî-i Kadîm’in ‘gideriz’ redifli bu çok ünlü gazelinin beyitlerinden bir dizesi
Zekat-ı mey verilür bir diyare dek gideriz
dir. Nâilî, İslam’ın ‘haram’ kıldığı şarabın, İslam’ın farzlarından biri olan zekâtla birleştirir; şarabın zekât olarak verildiği bir ülkeden söz eder. Ama şarabı Tanrıya başkaldırma kertesine kadar vardıran, hiç şüphe yok ki, bütün dünya edebiyatında bir rind prototipi sayılan Ömer Hayyam’dır
Mey kasemi kırdın, yere vurdun Tanrım
Zevkımdan edip sanki ne buldun Tanrım
Gül renkli şarabım yere döktün tekmil
Zannım bu ki sen de sarhoş oldun tan
Zannım bu ki sen de sarhoş oldun tanrım.
Şarabın Cumhuriyet döneminde yerini rakıya bıraktığına dair birtakım edebi eserlere rastlamaktayız. Özellikle hangi şairler rakıyı şaraba tercih etmiştir?
Orhan Veli ve arkadaşları, şarap şişesinde değil rakı şişesinde balık olmak isterler. Ama gene de şarabın geleneksel yerini yadsımayan şairlerimiz de var. Metin Eloğlu bunlardan biri. Türk dilinin en güzel şiirlerinden bazılarını yazmıştır Eloğlu, ve ‘canı şarap çekmek’ anlamında, o güzelim ‘şarapsadım’ sözcüğünü türeten de odur. -Metin Eloğlu:
Oralar yazın mı hâlâ, güpgüzel midir
Gayrı şarapsadım ben, İstanbulsadım
Hıristiyanlıkta şarap tanrının (İsa’nın) kanıdır. Bir din açısından bu denli kutsal bir mertebede olan şarabın Batı edebiyatını etkilememesi söz konusu olamaz. Kimlerden söz edebiliriz?
Massimo Montanari, Hıristiyanlığın, Akdeniz uygarlığının maddi ve ideolojik temelini oluşturan ürünlerini, kolaylıkla beslenme simgeleri ve ibadet araçlarına dönüştürdüğünü bildirir Avrupa’da Yemeğin Tarihi adlı kitabında. “Ekmek ve şarap, Aşai Rabbani yani Euharistia mucizesinin simgeleri olarak Hıristiyanlığın kutsal yiyeceği ve içeceği haline gelmiştir. Bir edebi tür haline gelen Vitae’ler, yani Hıristiyan azizlerin hayat hikâyeleri, üzüm bağı yetiştiriciliği ve buğday ekimine önem veren pek çok kişinin öyküleriyle doludur,” der. Fransız şairi Paul Eluard, “AsıI Adalet” adlı şiirinde
İnsanlarda tek sıcak kanun
Üzümden şarap yapmaları
Kömürden ateş yapmaları
Öpücüklerden insan yapmalarıdır
derken, şarabı, ateşi ve insanı, bir uygarlık düzeyini inşa eden yasaların ya da kuralların ögeleri olarak gördüğünü anlatır. Charles Baudelaire’in, ‘Les Fleurs Du Mal’inde (Kötülük Çiçekleri) ise, şarapla ilgili üç şiir vardır ve bu şiirlerde şarap, Hıristiyanlığa ilişkin göndermelerle birlikte, ama yer yer bu göndermelerden arındırılarak, deyiş yerindeyse, sekülerleştirilerek dilegetirilir. Şiirlerin adları da bunu gösterir:
‘Şarabın Ruhu’, ‘Yalnızın Şarabı’ ve ‘Katilin Şarabı’, ‘Şarabın Ruhu’ Baudelaire için bir akşam, şişelerde şarkı söyleyerek, insana, bir akşam üstü ‘pembe balmumu ve cam zindanının altından ışık ve kardeşlik dolu bir şarkı gönderen bir ruhtur. Şiir, şarabın ruhundan doğar: Bu şiirin son dörtlüğünde Baudelaire, şarabın ruhunu, ‘tanrısal balözü’ diye niteler ve şöyle bitirir şiiri:
Şiir doğsun diye ikimizin sevgisinden
Fışkırarak tanrıya eşsiz bir çiçek gibi…
Paul Eluard, üzümden şarap yapmayı, insanoğlunun en sıcak kanunlarından biri saymıştır ya, Baudelaire, şaraptan kefen yapmayı düşünecek kerteye götürür şarap tutkunluğunu. Sanki şarapla gömülmek ister şair:
Beni anlamıyor kimse. Alayı
Alayı sersem o ayyaşların çemberinde
Hangi biri sayrı gecelerinde
Düşünür şaraptan kefen yapmayı?
Dahası, katilin şarabı şiirinde Baudelaire, karısını öldürdükten sonra, içini yakan korkunç susuzluğu, onun mezarım dolduracak kadar çok şarabın gidereceğini söyler:
İçimi yakan korkunç susuzluğu onun mezarını tam dolduracak bir şarap sona erdirir ancak erdirebilirse, az şey değil bu!
Şarap, burada Hıristiyanlığın simgesi olmaktan çıkmış, kefen ve ‘mezar’ kavramlarıyla ilişkilendirilerek, ölümün temsili olmuştur.