1968 yılında Trabzon’da doğmuştur. Yedi yaşından beri ailesinin de desteği ile çok iyi bir okurdur. 1991 yılında İstanbul Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi’nden mezun olmuştur. Evli ve iki çocuk sahibidir. En büyük ilgi alanı, kariyeri boyunca hep daha çok zaman ayırmak istediği edebiyattır.

Şebnem İşigüzel son kitabı Memoria’da bize yüz yıllık bir serüven anlatıyor. Geçmişin kadın sığınma evi Karılar Tekkesinden başlayan roman, Cumhuriyetin ilanı ve günümüz Türkiye’sine uzanıyor. Çok sayıda ve çok ilginç kahramanlarla tanışıyoruz. Everest Yayınları’ndan çıkan kitap okurlarıyla buluşmakta. İşigüzele dünü, bugünü ve yüzyılı anlattığı romanı hakkında sorular sorduk.

 

Memoria’da geleneksel Şebnem İşigüzel edebiyatından ayrılan, birleşen temel unsurlar nelerdir?

Hiç kuşkusuz genlerini benim edebiyatımdan alıyor ama bin sayfayı geçen bir roman olarak uzunluğundan ötürü yapısal bazı farkları var. Bin sayfayı geçen diyorum çünkü 1400 sayfa 936 sayfaya sığıştı aslında. Bence ilk bakışta Venüs ve Çöplük’ümle kardeş bir anlatı. Ayrılan tarafı kurduğum büyük yapı tabii. Benzerliği ise geçmişi anlatması. Ben şimdiki zamandansa geçmişi anlatmayı seven bir yazarım. Ancak burada tabii romanın anlatıcısı bugünden anlatıyor ve kendi şimdiki anının içerisinden yapıyor bunu. Yazdığım metinler üzerinden bakıldığında uzun süredir hafıza hatıra hatırlamak üzerine düşündüğüm hissediliyordu aslında. Sadece burada dünü bugün anlatmak üzerinden bir değişikliğe gittiğimi söyleyebiliriz. Bu kadar büyük bir yapıyı soluksuz tek parça halinde yazmayı daha önce denememiştim tabii. İstanbullu Amazonlar’da Venüs’de, Gözyaşı Konağı’nda dönem yazarken önemli olanın devrin insanlara verdiği hissi, bu hisle oturup kalkıp davranıp konuşabilmeyi kahramanlarıma bunu yaptırabilmeyi tecrübe etmiştim bir de bu var. 

 

Kitapta öne çıkan ve kurguyu yönlendiren “Karılar Tekkesi” neyi temsil ediyor?

Bir devrin sonunda ve başında olması benim için anlamlıydı başlangıçta. Bir imparatorluk yıkılıyor ve cumhuriyet kuruluyor. Ayrıca kadın sığınma evi olarak iş gören bu topluluktaki kadınların bana çok benzeyen ya da bir romancıyla benzer diyebileceğim biçimde saf hayallerinin olması benim için ilginçti. Neydi bu saf hayal? Latin alfabesiyle bir mektup yazıp tekkelerini kapatılmaktan kurtarma hayali gibi. Romanda kadın topluluklarının nüvesi oldu aslında. Sonrasında genç kahramanımın gelinlik atölyesinde birlikte çalıştığı kızlar, Nişantaşı’nda mağazada yine birlikte çalıştığı kadınlar, eski adıyla Memoria apartmanın küçük kadın topluluğu, sonra elbette Arnavutların Konağı’ndaki kadın topluluğu, Teneke Mahallesi ve mandıradaki kadınlar bir tür karılar tekkesi gibi çalıştı. Münire ve Mary’nin yerini diğer ikililer aldı. Bunlar çatışma ya da dayanışma içerisinde oldular. 

 

“Her hayat bir mucizedir” Münire kadın ve İstanbullu Meryem özelindeki karşılığı nedir?

Bu benim romandaki reklam panolarına yazılmak üzere bulduğum ucuz bir reklam sloganı, kıymet vermenize sevindim doğrusu. Romanın dünyasını sadece bir kereliğine bugüne bağladı. Genç anlatıcım bu basit ucuz sloganı reklam panolarından okudu o kadar. Dikkate değer bir şey değil yani. Münire Kadın ve İstanbullu Meryem nezdinde konuşulacak daha başka şeyler olduğunu düşünüyorum. İkisinin de hayatı ikircikli mesela. Geçmişlerinde ne olduğundan emin değiliz. İki katakulli karakter. Ayrıca derin bir dostlukları var. Bir reklam sloganına sığamayacak kadar ilginç dünyaları var. Ayrıca bu ucuz slogan bugüne ait. Münire ve Meryem o devir maceradan maceraya sürüklenen dönem insanlarının sembolü olabilirler sadece. Benim için tanık oldukları tek mucize İstanbul’da kırk yılın başı olagelen kasırga belki de. İstanbul’da paralarını çaldıran Amerikalı gezgin Mary kendi uçsuz bucaksız ülkesinde bunu tecrübe etmişti ama kadınların mezarlıkta kasırgaya yakalanma anları aslında romanın bana mucizesiydi. Tıpkı gökyüzünden kül yağdığı gibi bu da masamın başına geçmeden önce hayal ettiğim bir şey değildi. Yazarken bu tür şeylere hep mucize derim ben. Tabii Münire ve Mary’nin hayatta kalabilmeleri mucize aslında. İkisi de zor bir hayattan canlarını karılar tekkesine kapanarak kurtarıyorlar.

 

“Adalet hep güçlüye ve erkeğe verilir” çıkarımına Baltalı Hano’nun verdiği yanıtı nasıl okuyalım?

Bir kadın kabadayı Baltalı Hano. Bütün kabadayılar ve serseriler gibi o da şiddete başvurarak yolunu buluyor. Daha doğrusu bunu bir kere öfkeyle denediğinde olan şeyin devamını getiriyor. Dolayısıyla cinsiyetinin bir önemi kalmıyor ama o intikam duygusuyla cinsiyet ayrımı yapıyor tabii. Memoria’nın içindeki rolünü okumak en iyisi. Dönem gereği İstanbul’un serserilerine ve kabadayılarına yer vermeden olmazdı ki Baltalo Hano onlardan birisiydi. Kadın olması tabii başlı başına hikâye. Bu iktidar eleştirisini ondan başkası yapamazdı. Ayrıca eşitsizliğin intikamını da ondan başkası alamazdı. Pek çok kadın okurum onu ayrıca sevdi. Sanırım bu yüzden. Hepimizin intikamını almaya gelmiş gibiydi. Ancak romanın bugününde mezarlıkta ortaya çıkan Cansu ve sokak çocukları çetesi bu döngünün şimdiki zamanda günümüzde nasıl olduğunu anlamamıza yardımcı oldu. Okuru büyük bir sürprizin beklediği “Şehrin Sonu” bölümünü yazmak beni bu yüzden heyecanlandırdı.  Baltalı Hano’yu yaşadığı devirle değil asıl orada anlayabiliyoruz çünkü. 

 

“Bu memleket hep korktu” Kitabınızda “korku”nun ülke genelinde temel olarak nelere yol açtığını düşünüyorsunuz?

Korku çok insani bir duygu. Ancak bir toplum korkarsa orada adaletsizlik ve eşitsizlik var demek oluyor. 

 

Ernest Hemingway’in Memoria’da yer almasının önemi nedir?

Adını zikretmedim. Kitaplarının adı var ki o da birkaç bölüm sonra bir sürprizle ortaya çıkıyor. Bir önemi yok. Savaş muhabiri olarak İstanbul’daydı ve tekkeye konuk oldu. Kim olduğunu bilmiyorduk. Zaten henüz olmuş da değildi. Kadınefendilerle İngilizce ve Fransızca konuştu. Şıra deyip şarap içti ve yer sofrasında kadınlarla balık yedi. Savaştan söz etti ve Yunanın çok iyi bir savaşçı olduğunu söyledi. Cepheden bazı haberleri o sohbette ondan aldık ki bunları bizzat yazmış zaten. Sözgelimi İnönü’nün askerleri yanlış mevzilendirip oluşan patlama sonucu sağır kalması ve emrindekileri de sağır bırakması gibi. Taraftı ama karşı taraftı. Dolayısıyla bize karşıdan bakan olarak anti şeyler söyledi. Biz alışık değiliz anti şeyler duymaya, ama tekke kadınları hoşgörülüydü tabii. Bir önemi yok dedim ama meğer önemliymiş.

 

Karılar tekkesi, tekke ve zaviyelerin kapatılması çerçevesinde, bu topraklardaki kişisel tarihlerde nasıl bir yer etmiştir? Bu nelere yol açmıştır?

Beni ilgilendiren Memoria’daki tekke. Kurduğum dünya var ettiğim tekke benim hayalim. Bunu memleket gerçeklerine uyarlayarak anlatmayı değil, ama şunu söyleyebilirim, İstanbul o dönem tekkelerle doluydu. Bugün bizim anladığımız biçiminden farklı olarak. Sosyal bir hayat dayanışma. İstanbul evden bozma tekkelerle dolu idi. Kıbleye bakan duvara çiz bir mihrap yaz üzerine Küllema Dehale oldu mu sana tekke?  Ama benim tekkemde öyle mi? Kapat mihrabın önünü olsun sana balo salonu. Şaka ediyorum tabii. Ortadaki alanda ister semah et ister dans et. Yani tekkeden çok dünyevi bir yapıydı burası. Yaşayanları da öyleydi. Tekke sakinleri yani. Basbayağı kadın sığınma eviydi yani. Karılar Tekkesi’ne sığınmak hayatlarını kurtardıkları için de bağlıydılar buraya.    

 

Kitapta azınlıkların hak ve özgürlüklerine yönelik çarpıcı cümleler de var. Cumhuriyetin ve Mustafa Kemal’in ve oluşturduğu milliyetçilik çerçevesinde etnikliklere yönelik varoluşunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Cumhuriyetin herkesi kapsaması nezdinde bir tartışma olabilir belki. Niye sadece Türk kimliği altında toplanıldı? Benzer tartışma bugün Amerika’da da var. Roman kahramanlarımın bir kısmı dönemin bunu gerektirdiğini öne sürerler. Bunu kendi aralarında uzun uzun tartıştılar hatta epey theatral tartıştılar, çünkü bilinmesini duyulmasını istemiyorlardı bence romanın en güzel yerlerinden birisiydi. Aynı şekilde Arnavutların konağında konuşuldu bu konu. Münire’nin Ankara’da konuk olduğu Yahudi evinde ya da görüşmeyi beklerken kendisine başkentte sinagog olup olmadığını soran karakterle başka bir açıdan etnik kimliğe bakış vardı. Aynı şekilde Hitler’in Avrupa’da estirdiği faşizm dalgası üzerine o günün gerçeklerini, gündem üzerinden konuşarak aktarır kahramanlarım. Kemalizm adı altında icat edilmek istenilene başta Batılı ve hür fikirli bir insan olarak Mustafa Kemal’in bir eleştirisi vardır aslında. Orada dile getirilen gerçekler bugünle kıyaslanıldığında bence ilginç. Okur Memoria’yı okuduğunda ne demek istediğimi anlayacak. Doğrusu bugün yaşanan ayrımcılığın daha şiddetli olduğunu düşünüyorum. O dönem insanlar bir Ermeni’ye “Nereden geldin?” diye sormuyordu. Biliyordu ki o da bu toprağın bir evladı. Başından beri hatta kendisinden önce bu topraklarda. Bu bütün etnik kimlikler için geçerliydi.   

 

Muazzez’in Memoria kitabındaki varlığını düşündüğümüzde “sizin de en çok sevdiğiniz karakter olduğuna göre” yüz yıllık bir süreçte ne şekilde görmeyi istediniz? Muazzezler neden önemli?

İktidarın ta kendisi oldukları için. En sevdiğim karakter değil tabii. Hepsi aynı mesafede benim için. Sadece en ilginç olanlardan birisiydi. Onu yazmak anlatmak güzeldi. Onun kötülüğünün ve karanlığının nasıl kök saldığını göstermek ilginçti. 

 

Kitabınızın içerdiği zengin malzeme düşünüldüğünde birçok romana ev sahipliği yapabilecekken neden tek bir kitapta toplama ihtiyacı duydunuz?

Ne bir eksik ne bir fazla anlattım. Bu yüzden tek bir cümlem çıkmadı. Aynı konuda birçok roman yazmak gibi bir düşüncem yok, olmadı. Ne yazdığım ne okuduğum romanlar için hiç böyle düşünmem, düşünmedim. Dediğiniz gibi birçok romana ev sahipliği yapacak bir malzeme yok bu anlamda benim için. Zihnim deepfreeze değil Ben Memoria adında yüzyıllık bir hafıza bellek romanı dönem romanı yazmak istedim. Bunu bugün anlatmak istedim. Uzun bir zamanı kısacık gündelik şimdinin içine yerleştiren bir kurgu yapmak istedim. Bir ihtiyaç duymadım. Roman neyi gerektiriyorsa onu yazdım anlattım. Bugün yaşanan kutuplaşmanın, romanın anlatıcısının Sultanbeyli ve Nişantaşı arasındaki hayatının, mezarlığa geri dönüşünde yaşadıklarının yaşantının kendisi olduğunun görülmesini isterdim. Bir destanı ayıklamak yerine süslerine ve mucizelerine dikkat kesilmeli bence.  Bir zihnin içinde yol almak ve başkalarının hatırlarının mihmandarı olmak nasıl bir şeyse onu yazdım onu anlattım.  

 

“Je m’apelle Emine İşigüzel.” Bir tesadüf olmamalı, aile büyüklerinizden biri olmalı. Yoksa bir tesadüf mü?

Bunun bir roman olduğunu unutmamak lazım tabii. Bu da benim bir oyunum. Sadece bir sonraki romanın küçük bir işaret fişeği sayılabilir belki.