Zaman mefhumunu yitireli epey olmuştu. Tek bildiği gün ağarırken yola çıktığı, aşırı sıcak saatlerde başını örten ağaç dallarının bile yetersiz kaldığı, karanlıkla birlikte etrafı saran serin ve nemli havanın yoğunlaştığı, aralıksız öten baykuşa karşı kulaklarını tıkadığı, bülbül sesiyle günün aydınlandığı ve… Ayaklarına iğneler batıyordu. Durması gerekirdi, ama zaten yola çıktığı ekibi yitirmişti. Küçük bir mola yalnızlığın yükünü ağırlaştıracaktı. Bunu kaldırabilecek ruh hâlini hurcun içinde naftalinle sandığa kaldırmıştı. Değişim aniden gelmiş gibi görünse de epeydir kapısının önünde mesai yapıyordu. Uygun zaman ve tak! Ele geçiriş. Cesaretini pipetle midesine indiren değişim, onu ev hapsine zorlamıştı. Ama nasıl olduysa bu gençlere uymuş, keşif gezisine parmak kaldırmıştı. Amaç ağaçları inceleyerek ormanın kuytusuna gizlenmiş göle ulaşmaktı. Yeniden kendini bulmak. Maviyle yeşili kaynaştırmak, güneşin kızıllığını da seferber ederek dağların moruna kavuşmak. Sonra eline kalın bir fırça alarak tek bir darbe ile insan ayağı değmemiş karlı zirveler boyamak. Dağların arkası sınır tanımaz hayal gücüne bağlı; ister uçsuz bucaksız okyanuslar, ister ekilip biçilen yemyeşil ovalar. Daldan dala konan arılar, rengârenk kanatlı kelebekler, uçuç böcekleri, gölde yüzen alabalıklar, küçük balık sürüsünün peşine takılan yunuslar. Doğa bir bütün ve o bütünün parçası canlılar bir düzen içindeler. Birbirlerinin yaşamına azmetmiş olsalar da bunu bir gerçeklik çerçevesinde doğal ritmi zedelemeden yapıyorlar. Düzeni bozan yegâne canlı insan. Doğaya karşı gelen ve haddini aşarak kendini her şeyin üzerinde konumlandıran. Yorgunluğuna utanç karıştı.
Gözlerini açtığında sırtı bir ağaç gövdesine dayalı, dizleri kıvrık, yerde çömelmiş vaziyetteydi. Gri bir pus sarmıştı dört yanını. Kömürleşmiş ağaç gövdelerinden hıçkırık sesleri yükseliyordu. Görünürde tek bir canlı yoktu. Rüyada mıydı?