Aile hakkında yazmak için düşünmeye başladığım ilk an aklımda bir aile çay bahçesi. Yirmili yaşlarımın başı sevgilimle çay bahçesinde oturuyoruz ve birbirimize sarılmak gibi bir “yanlış”a düşmüşüz. Hemen uyarılıyoruz: “Toparlanın burası aile yeri.” Sonrasında ne yaptığımızı hatırlamıyorum. Kalkıp gittik mi, toparlanıp oturmaya devam mı ettik?
Daha o zamandan patriyarkal normlarla şekillenmiş ailenin ne olduğunu fark etmiş olmam gerekmez miydi? Etmemişim, gençlik işte, başımda kavak yelleri.
Aileye ait olan ne varsa orada kişisel hiçbir şeyin var olamayacağını, kendini adaman, hatta unutman, bir kenara kaldırman gerektiğini anlayabilmem için evlenmem, kendi çekirdek ailemi kurmam ve içinde çok uzun zaman geçirmem gerekti. Genç bir kadın olarak ailemin yanından ayrı eve çıkmanın evlilik dışında başka yolunu göremiyordum maalesef. Aslında ailenin en çok kadınları silip süpürdüğünü biliyordum, ama bir an önce doğduğum ailenin yanından ayrılmak, bağımsız olmak düşüncesi daha baskın geldi sanırım. Bir de evlendiğimde, “Asla aynı hataya düşmeyeceğim, ben öyle olmayacağım, etraftaki birbirine benzer aileler gibi olmayacağız,” yolundaki hatalı düşünceye de tutunmuştum.
Aileye dair neredeyse her şeyin toplumsal normlara bağlı olduğunu ancak içinde deneyimleyerek gördüm.
Bu sırada da karşıma aileye, anneliğe, evliliğe dair eleştirel bakış açısının, sorgulamaların olduğu kitaplar çıktı. Onları okuyunca hissettiğim sıkışmışlığı ve rahatsızlığı daha iyi anlamlandırabildim.
O kitaplardan aklıma gelen bazılarını burada anmadan geçmeyeyim:
Geber Aşkım– Ariana Harwicz
Yürümek -Sevgi Soysal
Annie Ernaux’nun tüm kitapları
Benzersiz Kızım -Guadalupe Nettel
Malina -Ingeborg Bachmann
Normal Olmak Varken Neden Mutlu Olasın -Jeanette Winterson
Biraz bu kitapların ne anlattıklarından ve bana ne hissettirdiklerinden bahsedecek olursam:
Geber Aşkım: Evliliğin ve anneliğin oldukça sert bir eleştirisi. Kitabın kahramanı kadının varoluşu nefes alamayacak şekilde engellendiği için çok büyük bir öfke içinde. İşte onun öfkesi kendi öfkemi sahiplenmeme, oradan yapmak istediklerim için motivasyon yol açtı.
Yürümek: Yürümeyen bir ilişkinin içinden çıkıp gitmenin başlangıcın zorluğuna rağmen özgürleştirici, iyileştirici yanını görmemi sağladı.
Annie Ernaux’nun en mahrem duygularını anlattığı kitapları, yargıladığım kendi duygularımla barıştırdı.
Benzersiz Kızım: En çok anneliği, anne olmayı seçmemek veya seçtiğini sanmak gibi kadınların en dikenli meselesini didikliyor. Bu kitap kadınların arasındaki paylaşımın ve dayanışmanın ne kadar güçlendirici ve iyileştirici olduğunu gösterdi.
Malina: Aşkın yıpratıcı yanını “erkeklik” denen şeyin kadın erkek ilişkisini nasıl çıkmaza sürüklediğini anlatırken, belki de daha çok kendine dair şeylere konsantre olmanın daha tatmin edici olduğunu hatırlattı.
Normal Olmak Varken Neden Mutlu Olasın: İsmiyle müsemma, normal olmanın mutlu olmaktan daha önemli olduğu ‘elalem ne der’ temalı aile yapısı içinde büyüyen bir kız çocuğu ve öyle büyümüş bir annenin hikâyesi. Hem kızın hem annenin sıkışmışlığını iliklerime kadar hissetmek, genç ve yetişkin kadın duygularıyla bağlantımı güçlendirdi.
Velhasıl bu kitapları ve benzer başka metinleri okumak, içinde bulunduğum hali daha apaçık fark etmemi ve iyi hissettirecek yolları bulmamı sağladı.
Aile ve annelik üzerine daha çok yazılmaya, konuşulmaya başlanmasının yavaş yavaş olsa da kökten bir değişimin habercisi olduğunu düşünüyorum. Mesela mikro ölçekteki sözlerin, mücadelelerin de dönüşümün yolunu açtığı gerçeği apaçık ortada.
Bu yazıyı çok söylenen cümleler ile bağlamak, konuyu dallanıp budaklandırmak istemesem de son kelamım kadının en çok aile içinde şiddet gördüğünün unutulmamasının hatırlatması olsun. Sadece bu bile süregelen aile şekli hakkında kıyamet koparılmasını gerektirecek bir durum olmalıydı. Çok şeyin kökünden değişmesi gerekiyor. Yol zorlu, yol ölümcül kaza olasılıklarıyla dolu ancak değişim için uzun süre önce o yola çıkıldı. Artık bildiğimiz aile şeklinin değişmesi gerekiyor.