Yağmurlar dindiğinde gelecek miydin? Nisan bitmişti. Geleceğini söyleyip duruyordu babam. Gelmiyordun! İlk günler evimiz çok kalabalıktı. Daha önce hiç görmediğim teyzeler etrafımı sarmış; bana şekerler, börekler yedirmişlerdi. Başımı okşayıp durmuştu tanımadığım amcalar. Babaannem üzerime en iyi kıyafetlerimi giydirmişti. Oysa o gün bayram değildi ki! Sen yoktun!
Odama gizliden sokulup ev kıyafetlerimi giyinmek istemiştim. İzin vermemişti babaannem. Sarıldı bana. Öptü yanaklarımdan. Pamuk yüzü kıpkırmızıydı. Bahçeden topladığımız turfanda domatesler gibi kıpkırmızıydı anne!
Akşam olup oturma odamıza doluşan kalabalık dağılmaya başladığında anlamıştım bir terslik olduğunu! Salona girip babamın yanına sokuldum. Nerede olduğunu sordum ona. Annen daha sonra gelecek! Gelirken kocaman bir kutu çikolata getirecek sana. Geç oldu; hadi yatırayım seni! Gözlerinin çevresi kırmızı kırmızı; damar damardı. Minik elimden tutup yatağıma götürmüştü beni. Kuru elleri sıcacıktı. Yosun yeşili pijamalarım dolabımda dün katladığın yerde duruyordu. Kokun sinmişti üstüne. Beyaz sabun, tütün kolonyası. Üzerime giyince rahatlamış hissettim. Sırıklı mavi yün yorganıma sokulup uyuyakalmıştım.
Sabah olup uyandığımda evdeki hareketlilik iyiden iyiye korkutmaya başlamıştı beni. Üzerimi değişmeden koşa koşa babaannemi aramaya koyulmuştum. Mutfağa, salona baktım. Etraf tanımadığım insanlarla dolmuştu yine. Niye bizim evimizdeydi bu insanlar? Ben annemi istiyordum ama kimsecikler anlamıyordu beni! Tüm evi aramış; babam ve babaannemi bulamamıştım. Mutfaktaki masanın altına sığınmıştım. Masanın altı en güvenli yerdi. Kavrulmuş un kokusu dolmuştu genzime. Midem bulanmıştı.
Mutfaktaki kalabalık diğer odalara dağılmaya başlayınca olduğum yerden çıkıp tezgâhın üstündeki kırmızı biberli, çökelekli pidelerden kapıp; hızla masanın altına yeniden saklanmıştım. Orada ne kadar süre kaldığımı hatırlamıyorum. Hem oradan çıkmak istemiyor hem de birilerinin beni bir an önce bulması için dualar ediyordum. Çocukluk işte! Bir zaman sonra eve gelen babam ve babaannem yatağımda beni göremeyince meraklanmışlardı. Nihayetinde masanın altı akıllarına gelmişti. Karşımda babaannemin yorgun suratını gördüğümde rahatlamıştım. Onun kalın beyaz boynuna atlamış; bacaklarımla tombul gövdesine sımsıkı sarılmıştım. Beni sarıp sarmalayıp yatıştırması gerekmişti kadıncağızın. Kokusu annem gibi değildi; ama huzur vericiydi. Babamın annesi benim de annemdi sonuçta! O da gider miydi haber bile vermeden? Ya babam? O da giderse ne yapardım ben? Kim bakardı bana? Kim severdi beni? Kahvaltımı kim hazırlardı? Ödevlerime kim yardım ederdi peki? Erik ağacının yüksek dallarına uzanamadığımda kim uzatırdı en tatlı erikleri?
O günlerde yaşıtlarıma göre kısa olan boyumun bir an önce uzaması için heyecanla bekliyordum. Basketbol oynamaya karar vermiştim. Boyum uzadığında her şey bir anlama kavuşacak; annemin hüznü yok olup gidecekti. Koştum. Terledim. Yoruldum. Yeterince yorulursam seni özlemeden uykuya dalabilirdim. Olmadı. Seni özlemeden duramadım.
Ellinci yaşımı doldurdum geçenlerde. Torunların büyüdüler. Biri kız biri erkek güzel torunların. Kızım gözlerini senden almış. Oğlumsa aynı sen gibi konuşuyor. Siyah beyaz, öpülmekten yıpranmış fotoğraflarını gösterdim onlara. Üzerinde buz mavi ipek entarin; ayaklarında bej rengi sandaletlerin vardı. Uzun siyah saçlarını açıkta bırakmıştın. Gözlerinin önüne gelen perçemini arkaya doğru itelerken görünüyordun fotoğrafta. Yüzünde tatlı bir tebessüm. İnce boynunda gümüş kehribar kolyen, sağ bileğinde inci bilekliğin vardı. Kolyeni hatıra olarak kızıma; bilekliğini oğluma verdim. Babaannemi kaybedeli birkaç sene oluyor. Ardından çok gözyaşı döktüm. Babam hiç ağlayamadı babaannemin ardından. Duyguları donakalmış gibiydi. Yemek yiyor; uyuyor, yalnızca gerektiğinde konuşuyordu. Babam artık bizimle yaşıyor. Babaannemin gidişinden sonra yanıma taşınmasını istedim. Kabul etti. Arada bir seni soruyorum ona. Pek çok sorumu cevaplamıyor. Sorduğum sorulara olabilecek en kısa cevapları verip konuyu kapatıyor. Tabiatı böyle. Alıştım artık!
Halen bekliyorum seni! Parlak kâğıda sarılı, üzerinde kırmızı fiyongu olan kocaman bir kutu şekerleme kaplı çikolata getireceğin günü. Çikolatamı teker teker ağzıma sokup, afiyetle yiyeceğim günü hayal edip duruyorum. Ben çikolata değil; senin koynuna sokulmak istiyorum. Bana ninniler söylemeni; saçlarımı okşamanı istiyorum. Biraz salça sürülmüş ekmek; Washington portakal, yanık odun kokusu doluyor burnuma. Korkuyorum nisanlardan. Nisanlar hüzün kokuyor. Sen kokuyor.