Yazar Taçlı Yazıcıoğlu, yeni romanı İncirlik Yazı ile bizi seksenli yıllar Adana’sına götürüyor. İncirlik Üssü gölgesindeki bu şehirde, bir ailenin yaşadıklarını evin küçük kızının gözünden izliyoruz. Sıcak bir Adana yazında yaşananlarla mutlaka herkes ortak bir nokta bulacaktır. Doğan Kitap’tan çıkan bu kitabı okumanızı öneririm.
Kahramanımız Belgi sizin çocukluğunuz mu, yakın bir kız arkadaş mı? Başka türlü böylesine samimi duygularla yazılamazdı diye düşünüyorum. Belgi hakkında ne söylemek istersiniz?
İncirlik Yazı, 1973’ün Büyükada’sında ya da 1983’ün Londra’sında geçebilirdi. Nitekim ilk romanım Hep Sondan Başlar bu yıllarda geçmişti ve benzer yorumlar aldığımı anımsıyorum. Hatta en çok sorulan soru şuydu: “Ece siz misiniz?” O romandaki İsviçre’de büyümüş gazeteci Ece de Büyükadalı mirasyedi Timur da benim. Tıpkı Gustave Flaubert’in mahkeme yargıcına “Madame Bovary benim.” demesi gibi, Belgi de dâhil olmak üzere romanlarımdaki tüm kahramanlar benim. Adana’da doğup liseyi bitirene kadar orada yaşadığımdan ötürü bu sorularla karşılaşacağımı biliyordum. Ben de Belgi gibi hayal dünyası renkli, çok okuyan bir çocuktum ama farklı bir ailede büyüdüm. Aynı yaşta olmasak da Belgi ve Alin’in lisesinden mezunum. Çocukluğum benzer sokaklarda geçti. Bizim de çok Amerikalı komşumuz oldu. Tüm bunlar, şehri ve bir nebze olsun o dönemi yazmayı kolaylaştırdıysa da yeterli değildi. Adana tarihini farklı yönleriyle yıllarca araştırmış olmasaydım, bunların hiçbirini yazamazdım. Roman yazmak, gözlem yapma, hafızayı içselleştirme ve bunları kelimeye dökme sanatıdır. Bunu başarabilmişsem ne mutlu bana. Sadece iyi okurlar özgünlüğün samimiyetten kaynaklandığını bilir.
İkinci kahramanımız da Adana. Sıcağını bile öyle güzel anlatmışsınız ki bir yaz günü Adana’ya gidesimiz geliyor. Mahalleler, insan ilişkileri ve İncirlik… Bu şehri nasıl değerlendirirsiniz?
Bu hissi uyandırabildiğime sevindim, teşekkür ederim. Yazın Adana’ya gitmek cesaret ister doğrusu. Romanın başında da belirttiğim gibi, sıcağa alışmak özellikle yabancısı için biraz zordur, tavsiye eder miyim, bilmem. Liseden sonra Adana’da yaşamadığım için ben bile bazen sıcağa alışkanlığımı kaybettiğimi düşünüyorum.
Adana, kendi kültürünü yaratabilmiş ender şehirlerden biri. Eskiden, yani internet öncesi dönemde, sözlü geleneklerin yazıya dökülmesi ve bir kültür oluşturması yalnızca edebiyat ve sinema aracılığıyla mümkündü. Adana, bu alanlarda yetiştirdiği sanatçılarla kendine özgü, derin katmanlı kültürünü yarattı. Kendi yazdıklarıma dönüp baktığımda, aslında hep “kendi Adana’mı” anlatmak istediğimi fark ediyorum. Bunun izlerini Adana’ya Kar Yağmış (2006, İletişim Yayınları) derlemesinde yazdığım anı-öykümde de görebiliyorum. Romanı yazarken birçok şeyin farkına varmıyorsunuz. Örneğin, İncirlik Yazı’nın “şehre bir yabancının gelmesiyle” başladığını sonradan fark ettim. Bu yabancı, İncirlik Üssü’ydü tabii, geldiği yer de ülkemizde sanayileşmenin en önemli merkezlerinden biri olan Adana’ydı. Yıllarca yazmaya daldığınızda, aslında ne anlattığınızı kitabınız okundukça keşfediyorsunuz. Amerikalıların şehre karıştığı, küreselleşmenin birer aracı oldukları zamanlardı o günler. Bu denli ilginç olayların yaşandığı, büyük edebiyatçıların anlattığı hikâyelerle tanıdığınız yer, hâliyle sizi farklı büyütüyor.
”Türlü türlü yasak vardı, mesela İncirlik’e herkesin girmesi yasaktı. Bana da güya oduncu yasaktı.” Seksenler yasaklarla dolu bir dönemdi, size ve edebiyatınıza etkileri nedir o yılların?
Çocukluğa dair anımsadıklarımızın ne kadar eksik olabileceğini İncirlik Yazı’nı yazarken anladım. Yaşamdaki en önemli amacımızın özgürlüğümüzü kazanmak ve buna sahip çıkmak olduğunu öğreten bir evde büyüdüm ben. Anne ve babam hukukçu ve siyasetçiydi; dolayısıyla evde siyasetin konuşulmadığı bir gün bile olmazdı. Buna rağmen, bazı yasakları ancak gazete arşivlerini taradıkça anımsayabildim. Bende çok yoğun olan “özgürlük” duygusu, belki o zamanın yasaklarından da etkilenmiştir. İlk başta bana özgürlük sağlayacak alanın bilim dünyası olduğunu düşünsem de zamanla edebiyatın sunduğu özgürlüğün her şeyin üstünde olduğunu anladım. Tüm bunlar bir bütün; büyüdüğüm şehir, yaşadığım dönem, okuduklarım ve ailemin üzerimde bıraktığı izler.
Yıldız karmaşığı mı, yıldız sarmaşığı mı? Buradan yola çıkarak size romanınızda geçen isimleriyle “Kemalleri” sormak istiyorum. Onlar hepimizin ama en çok Adana’nın “Kemalleri”. Sizin hayatınıza nasıl dokundular, size neler kattılar?
Yaşar Kemal “yıldız karmaşığı” yazmış sahiden. Ancak yaşı yetmediğinden büyük yazarı anlayamayan Belgi’miz onu düzeltiyor; damdan baktığı yıldızlara kendi yorumunu katarak “yıldız sarmaşığı” diyor. Romanda yazıldığı gibi, “Adana’da doğan her çocuk bir Kemal olmak ister” ve ben de onlardan biriydim. Edebiyatımızın bu iki büyük yazarını, romandaki isimleriyle “Kemalleri” herkes okur ama Adanalılar farklı okur. Böylesi bir edebiyatın yeşerdiği topraklarda doğduğunuzda, bir cesaret aşılanır size ama bir yandan da o büyük eserlerin yanına bile yaklaşamayacağınızı düşünüp geri çekilirsiniz. “Kemaller” 1950’lerden önce Adana’dan ayrıldı. Sonrasına dair Adana’yı anlatan çok fazla roman göremememizin sebebi belki bu çekince olabilir. Bu açıdan Belgi’nin, bir çocuğun kimliğinde düşünme şekli bana yardımcı oldu doğrusu. En kötüsü, “Çocuk yazmış, sarmaşık sanmış” deyip geçebilirdi okurlar. Yayımlandığı bir ay içinde ikinci baskıya girmesine ve gördüğü ilgiye bakıldığında, neyse ki öyle olmadı.
”Bize göl gibi değil zaman; bize Seyhan. Akıp gider durmaz bir an.” Romanınız bu sözdeki gibi bir zaman yolculuğuna çıkarıyor bizi. Çocukluk, ilk gençlik, ilk aşk, ilk cinayet… Hayatta insan nelere tanık oluyor. Zaman hakkında ne söylemek istersiniz?
Bu sözü, roman kahramanlarımdan, kafiyeli konuşmayı seven Hikmet söylemişti. Onun aksine, bazı anların göl gibi donup durduğunu düşündüğüm olur. Yine de sanırım haklı; zaman sıklıkla Seyhan gibi akar gider, bazen uçar hatta. Tarih algısıyla ilgilenen birçok yazar gibi ben de hafıza ve zaman üzerine çok okurum. İlk romanım gibi, bu da nostalji algısı ve otobiyografi-biyografi ayrımı açısından değerlendirilebilir. Zamanı lineer olarak düşünmüyor, bir hayli anakronik bir şekilde değerlendiriyorum. Kronolojinin işlemediği bir zamanda gezmek çok daha eğlenceli. Dilediğinizi yazacak kadar özgür olabilmek de öyle…
Söyleşi için teşekkür ederim.
Ben de size ve Mikroscope’a, edebiyat dünyamıza kattığınız renkler için teşekkür ederim.