İstanbul-Beyoğlu'nda doğdu. Yeditepe Üniversitesi Türk Dili ve
Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. 2015'ten beri Medyascope'un bir
parçası. Medyascope'ta editörlük ve muhabirlik yapıyor. Güne
Bakış'ın bir dönem editörlüğünü üstlendi, Haber Hafta Sonu ve
Gökkuşağı Bülteni'nin editörlüğüne devam ediyor. Her sabah
gündeme dair gelişmeleri Medyascope'un podcasti Güne
Başlarken'de anlatıyor. Güncel siyaset ve toplumsal gelişmeler ile
ilgileniyor.

Geçenlerde bir vesileyle hastaneye gittim. Bir yakınım için gittiğim hastane alabildiğine doluydu. Öyle ki, çok fazla ağrısı olan yakınımı oturtacak yer bulamadım. Hasta giriş kaydını yaptık ve randevu aldığımız doktorun kapısında beklemeye başladık. Yaşlılar ve onlara refakat eden yakınları, okuldan çıkıp gelmiş gençler, küçücük bebeğini getirenler… O koridor hıncahınç insan doluydu. Sonra doktorun odasına girdik. Yakınım şikâyetini söyledi, doktor hızlıca muayene etti, ilaç yazdı, birkaç tetkik istedi ve oradan ayrıldık. Kayıt açtırma, bekleme ve doktorla görüşme süresi yarım saat sürmedi bile. Doktor ile 10 dakika belki görüştük, belki görüşmedik. Bu röportajı yapacağım önceden belliydi fakat henüz doktorlar ile görüşmemiştim. Sonra yakınımı götürdüğüm doktoru düşünmeye başladım: Yüzünden yorgun olduğu çok belliydi, hızlıca muayene edip bir sonraki hasta ile görüşmeyi bekliyordu. Kaç saattir çalışıyordu, kaç hasta ile görüşmüştü, kaç hasta ile görüşecekti, mesaisi ne zaman bitecekti? Bütün bunları düşünmeden edemedim.

 

Bu olayın ardından bir arkadaşıma yaşadıklarımı anlattım. Kendisi de aynı günlerde bir devlet hastanesinde diş polikliniğine gitmiş. Bana gördüklerini anlattı: Doktorun odasından çıkan bir hastanın küfür ve tehditler savurduğunu söyledi. Hasta doktora, “Bu burada bitmeyecek, ben bu sistemin nasıl işlediğini bilmiyor muyum?” diyerek bağırıyormuş. Sonra hastanede çalışan güvenlik görevlisi bağıran hastayı dışarı çıkarmış ve küfrettiği için “Sakin ol, kadınlar var” diye uyarmış. Bağıran hasta daha sonra gözaltına alınmış. Fakat sonra ne olduğunu kim bilebilir?

 

******

 

Türkiye’de koronavirüs salgınının görülmeye başladığı 11 Mart 2020’yi düşündüm. O dönem hepimiz evlerimize kapanmıştık ve akşam saat 21.00’de pencerelerimizden, balkonlarımızdan sağlık çalışanlarını bir dakikalığına alkışlamıştık. Dönüp o günlere baktığımda, alkışladığımız doktorların bugün tehdit edildiğini, şiddete maruz kaldığını, öldürüldüğünü okuyoruz. Hem de her gün.

 

Doç. Dr. Osman Elbek ve İstanbul Tabip Odası (İTO) Asistan ve Genç Uzman Hekim Komisyonu Üyesi Betül Kaygusuz Değer ile konuştum. Kendilerine salgın sürecini nasıl geçirdiklerini, çalışma koşullarını, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Gidiyorlarsa gitsinler” açıklamasını ve taleplerini sordum.

 

Değer, salgın sürecinin kendileri açısından yıpratıcı geçtiğini anlattı: “O dönemlerde asistan hekimler kendi çalıştıkları hastanelerde hep ilk görevlendirilen hekim gruplarıydı. Yetmedi, kendi hastaneleri dışında pandemi hastanelerinde de görevlendirildiler.”

 

Elbek ise bu süreçte sağlık çalışanlarının defalarca koronavirüse yakalandığını ve iş yükünün hayli arttığını söyledi, “Sağlık çalışanları toplumun ve devletin duyarsızlığıyla karşı karşıya kaldı. Duygusal tükenmeyle karşı karşıya kaldılar” dedi.

 

 

“Hastanelerdeki iş yükü arttı”

 

Değer’e çalışma koşullarını soruyorum. Asistan hekimlerin hep çok yoğun çalıştığını ve bu sürecin yıpratıcı geçtiğini söylüyor: “Gün geçtikçe çalışma koşulları daha da ağırlaşıyor. Uzun mesai saatleri, nöbet ertesi izin yapamamak, dinlemeden çalışmak ve gittikçe hastanelere başvuran hasta sayısının artmasıyla beraber çalışma şartları daha yoğun bir hale geldi.”

 

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 8 Mart’ta doktorların göçüyle ilgili, “Varsın gidiyorlarsa gitsinler. Bizler de üniversiteleri yeni bitiren doktorlarımızı buralarda istihdam ederiz, buralarda onlarla devam ederiz. Buralar boş kalmaz, merak etmeyin” demişti. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu açıklamasını Değer ve Elbek’e sordum.

 

Değer, Erdoğan’ın ve Sağlık Bakanlığı’nın doktorluk mesleğini küçümsediğini ve sağlık çalışanlarının dertlerini görmezden geldiğini anlattı. Deneyimli hekimlere, doktorlara, hocalara ihtiyacın daima olduğunu belirten Değer, “Çalışma koşulları, aldığı ücret, mobbing, şiddet, sağlık sisteminin dayattıklarına dayanamayan ve buradan gitmek isteyen hekimlere, ‘Sizin bir probleminiz var, nasıl çözebiliriz?’ demek yerine ‘Gidiyorlarsa gitsinler’ demek; sağlık sisteminin içinden, tıp eğitiminden, uzmanlık eğitiminden, hastanelerin işleyişinden habersiz olmak demek. Hem hekimleri ötekileştirmek açısından üzücü ve kırıcı hem de ülkenin cumhurbaşkanının sağlık sisteminin işleyişinden bihabermişçesine açıklamalar yapması gerçekten üzücü” dedi.

 

 

“Erdoğan’ın sözleri duygusal tükenmeyi isyan noktasına taşıdı”

 

Elbek ise bu sorumu dünyada ve Türkiye’de geçmişten günümüze sağlık sisteminin dönüşümünü anlatarak yanıtladı. 1970 öncesinde dünyada tıp eğitiminin güvence altına alındığını fakat 70 sonrasında neoliberal dönüşümün sağlık sektörünü değiştirdiğini belirten Elbek, Türkiye’deki dönüşümü ise şöyle anlattı:

 

“Genç cumhuriyette tıbbiye bu ülkenin kurucu doktrinlerinden biri oldu. Hekimler sadece hekimlik yapmanın ötesinde devletin kurucu unsuru olduğunu hissettiler. 12 Eylül 1980 darbesiyle beraber hekimler bir anda devlet katında basitleştirildi. 80’den bugüne kadar, özellikle AKP iktidarında ‘sağlıkta dönüşüm’ adı altında sağlık alanının tümü ticaret alanına açıldı. Hekimler iş güvenceleri olmayan, mesleki otonomilerini yitirmiş, şiddete maruz kalan, müşteri memnuniyetinin ön plana konulduğu bir süreç yaşamaya başladı. Hekimlik mesleğinde duygulanımsal emek çok ön plandadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözleri hekimlerdeki duygusal tükenmeyi isyan noktasına taşıdı.”

 

 

“Gitmeyi düşünmüyorum”

 

Betül Kaygusuz Değer, nöbetten çıktıktan sonra sorularımı yanıtladı. Sesi de hayli yorgun geliyordu. Değer’e “Siz gitmeyi hiç düşündünüz mü?” diye sordum. “Ben gitmeyi düşünmüyorum, düşünmedim de. Ben burada kalmayı istiyorum çünkü bir şeylerin kötüye gittiğini görüyoruz. Azımsanmayacak kadar hekim grubu burada kalıp mücadelenin bir parçası olmak istiyor, ben de bunlardan biriyim” diyerek yanıtladı.

 

Ayağımız incinse koştuğumuz bu hekimlere karşı bu öfke, şiddet neden? Neden gitmek zorunda kalıyorlar? Elbek’e sordum:

 

“Hasta şunu fark etti: Artık devlet hekimlerin yanında değil, o zaman onlara dokunulabilir. Bu ülkenin daha önceden sağlık hizmetlerine eşitsiz erişiminin getirdiği koşullar nedeniyle sağlık sistemine olan öfke, hekimlere yönelmeye başladı ve tüm sağlık çalışanlarına şiddet uygulamaya başladılar. Şimdi yeni hekimler bu süreci en acımasız vaziyette yaşıyorlar. O zaman dünyaya bakıyorlar, hekimlere daha düzgün çalışma ortamı ve koşulları sunuyorlar. ‘Neden bunu çekelim?’ diyerek görece daha iyi çalışma ortamı olan yerlere gidiyorlar. Bu ülkede hekim olma, sağlık çalışanı olma şansına ve şanssızlığına erişmiş herkes hayatında en az bir kere fiziki ve sözlü şiddete maruz kalmıştır, ben de dahil. Dün devlet sağlık sistemini korurken bugün sağlık bürokrasisi sorununun sorumlusu olarak hekimi gösterdi. Siyasetin çok büyük yönlendirmesi olduğu kanaatindeyim.”

 

Değer de siyasi iktidarın hekimlere karşı söylemlerinin şiddet olarak kendilerine döndüğü kanaatinde. Hastaların hekimlere karşı kışkırtıldığını, hedef gösterildiklerini söyleyen Değer, “Örneğin, randevusuz bir hastayı reddettiğimizde otomatik olarak hakarete maruz kalıyoruz. Bizler için ‘Sizi dövmekte çok haklılar, gel de sizi dövme şimdi’ gibi cümleler çok normalleşti artık. Sağlık sistemindeki herhangi bir problemden biz sorumlu tutuluyoruz. Alınamayan randevuların, beş dakikaya indirilen muayene sürelerinin, tetkiklerin hesabı bizden sorulur oldu” dedi.

 

Peki bu sarmaldan nasıl çıkacağız? Son sözü Osman Elbek hocaya bırakalım:

 

“Umutluyum ancak radikal bir değişim ve dönüşüme ihtiyacımız var. Eskiden hastanelerin adı ‘şifahane’ idi. Tedavi etme mantığından ziyade şifa dağıtmaktı. Şimdi bir hastanenin başarısını, ‘Tomografi var mı, MR var mı?’ diye ölçüyoruz, yani aletlerle ölçüyoruz. Bu yüzden yapılması gereken ilk şey sağlık kurumlarını ticarethaneden çıkarıp şifahanelere çevrilmesi lazım. O zaman sağlık çalışanları da hastalar da yaptıkları işin/aldıkları hizmetin anlamını yeni baştan anlayabilirler.”