Yeditepe Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo, Sinema - TV Bölümü mezunu. Uluslararası Basın Enstitüsü’nde gazetecilik eğitimi aldı. Bahçeşehir Üniversitesi'nde Küresel Siyaset ve Uluslararası İlişkiler alanında yüksek lisans yaptı. Gazeteciliğe Mediacat dergisinde başladı. Hürriyet İnternet Grubu’nda editörlük yaptı, sitenin sosyal medya hesaplarını yönetti ve Yenibiriş Dünyası dergisini hazırladı. Yasakmeyve dergisinin Yazı İşleri Müdürlüğünü görevinde de bulunan Ercan, Varlık ve Sıcak Nal edebiyat dergileri için söyleşiler de yaptı. Babası Enver Ercan için “Enver Ercan: Sen Sözcüğün Tekisin” ve “Enver Ercan: Ben Şiirimi Yazarım, Sonsuzluk Varsa Gider” başlıklı iki kitap hazırlayan Ercan, biri Avusturya’da “Muhsin Akgün – “5”; biri Türkiye’deki Avusturya Konsolosluğu’nda “Ulaş Tosun - Permanently Temporary” olmak üzere iki serginin proje yöneticiliğini yaptı. Kadir Has Üniversitesi’nde uzun yıllar dijital iletişim alanında çalıştı. Yine aynı üniversite bünyesinde Modern Türk Edebiyatı Sempozyumları düzenledi. Ercan, son olarak Mikroscope dergisinde Yayın Koordinatörü olarak görev yapmaktadır.

Özlem ve Özkan, tekneleri Özi ile 2022’den bu yana dünya turunda olan bir çift. Biz onları Youtube kanalları Başka Türlü Yaşamak ile tanıdık ve çok sevdik. “Sınırlar aslında içimizde saklı, yol aldıkça kendi yeryüzümüzü de keşfediyoruz” diyen karı-koca, ortak hayalleri olan insanlar için de ilham kaynağı. Hollanda Karayipleri’ndeki Bonaire’de seyir halindeki sevgili Özlem’le yeryüzü algısından dünya turunun inceliklerine kadar pek çok konuyu konuştuk. Özlem’in de dediği gibi “bir an evvel yola çıkmalı, dünya değişmeden…” Haydi o zaman; hayallerimizin peşinden gitme vakti…

 

Sevgili Özlem ve Özkan, merhaba; Başka Türlü Yaşamak’ın sadık bir izleyicisi olarak sizi takip etmekten büyük keyif aldığımı belirterek söyleşimize başlamak isterim. İyi ki siz ve tekneniz Özi var; bizler için ilham ve mutluluk kaynağısınız.

Dergimiz Mikroscope’un bu ayki teması “Yeryüzü Algısı”. Sizin bu anlamda görüşlerinizi almak istiyoruz. Şu anda Dünya turunda olan bir çift olarak yeryüzü algınızda ne gibi değişiklikler oldu? 

Aslında ben bu soruya, “teknede yaşamayı” milat alarak başlamak istiyorum. Herkes gibi bizim de yeryüzü deyince ilk aklımıza gelen önce toprak sonra da denizdi. Ama denizin altında da bir yaşam olduğu noktası çok sonradan geliyor insanın aklına. Tekne yaşamıyla birlikte suyun altıyla daha haşır neşir olmanın katkısı bu. Dünya turu tanımlaması da aslında bizim çok da anlamlı bulduğumuz bir tanımlama değil ama kısaca yaptığımız yolculuğu, sosyal medyada ya da sosyal ortamlarda tanımlamak adına başvuruyoruz buna. Çünkü ben bu tanımlamayla ilgili de şunu savunuyorum; herkesin dünyası kadar yaşadığı şey, hayalleri ya da yapabildikleri. Kimisi için tekneyle İstanbul’dan Bodrum’a inebilmek bile bir dünya turu yapmış kadar büyük bir haz ya da tatmin duygusu verebilir ya da neyse bu yolda kişiyi harekete geçiren ateş, yakıt… Ya da tek başına ilk tatil de kimisi için dünya turu olabilir. Sınırlar kendimizde ve içimizde, yol aldıkça kendi yeryüzümüzü de keşfediyoruz. Aynı manzaraya başka anlamlarla bakabiliriz. Ya da renklerin dokusunu başka algılayabiliriz. 

Bir de şu çok daha netleşti artık, bazı şeyler sınırsızlaşırken bazı konularda daha net sınırlar çizildi. Karayiplerde yetişen Manchineel ağacı var; meyveleri zehirli, yağmurda altında beklememek lazım. Çünkü yapraklarından akan su da cilde, gözlere zararlı. Ama her yerde o ağaçlar, çoğunun yanına, kenarına uyarı tabelaları koyulmuş, asılmış, anlatılmış tehlikesi. Kesip atılmamış, yok edilmemiş. Kendini dünyanın hâkimi sanan, hangi canlının yaşayıp yaşamayacağını karar veren, kibirli insan evladıyla yüz yüze getirdi beni o ağaç. 

 

OKUDUĞUM KİTAPLARLA MACERACI RUHUM OLUŞTU

 

2013’ten bu yana teknede yaşıyorsunuz ve son 2 senedir dünya turundasınız. Öncesinde teknede yaşama fikriyle başlamak istiyorum. Karadan bağınızı koparıp denizde yaşamaya nasıl karar verdiniz? 

Ben çalışıyordum Özkan ile tanıştığımda. Ama düşledim hep denizi, maviyi. Karadenizliyim, şehrimin (Samsun, Çarşamba) ortasından bir ırmak akar, çocukluk günlerimde her gün muhakkak selam çaktığım. Ailemle her yaz Ege’de, Akdeniz’de gezerdik de bir de küçükken elime oyalanayım diye “büyük resimli (fotoğraflı aslında ama) dünya atlası” verdiler ve ben oradaki o fotoğraflardan, çocukken okuduğum kitaplardan; Balina Avcıları, Mobby Dick, Robinson Crusoe, Define Avcıları, Alis Harikalar Diyarı vb. sonrasında Coşkun Aral ve ekibinin Habercisi’nden o kadar etkilendim ki, farklı coğrafyaları, toplumları merak eder oldum. Öncesinde merak ardından merakın tetiklediği keşif ve macera tutkusu oluştu. Sırf bu tutkunun peşinden gidip gazeteci olmak istedim, çeşitli gazetelerin ve televizyonların haber biriminde çalıştım ve sonunda Özkan ile tanışmak bu tutkumun kaynağına doğru bir yolculuğa çıkardı beni. Tanıştığımda Özkan zaten teknede yaşıyordu. 37 yaşında, tam kariyerin zirvesindeyken, çevresinde yaşadıkları ve gördükleri sonucu, baba mesleği olan kimya sektörüne, sanayiciliğe veda etmiş ve teknede yaşamaya başlamıştı. Aslında Özkan’da, İstanbul, Büyükçekmece’nin sayfiye yeri sayıldığı zamanlarda, babasının kayığını arkadaşlarıyla alıp, Marmara’da gezilere çıkar ve kayığın bakımını üstlenirmiş. O günlerden kalmış ve içine işlemiş mavinin gücü. Fakat Özkan’ında o radikal -işi bırakıp bu kadarı yeter bana- adımı atmasında bir öykünün payı çok büyük; “Balık tutma dersi”.

Denizin getirdiği olanaklar neler? Yaşam anlayışınızda neler değişti? Herkesin bildiğinin aksine denizde yaşam karadaki yaşamdan daha konforlu diyebilir miyiz?

Olanaklar ve sınırlı imkânlar, hep birlikte aslında (imkânsız kelimesinin anlamı ve anlamsızlığı üzerine saatlerce tartışabiliriz o yüzden o kelimeyi kullanmaktan imtina ettim). Bu hayatın olanaklarını, kimileri olanaksızlık olarak algılayabilir, yine hayatın neresinde durduğunuz ve baktığınıza göre değişebilir. Mesela yarı zamanlı teknede yaşayan samimi bir kadın arkadaşım şunu sordu bana” hiç mi özlemiyorsun? ” (ailemi, arkadaşlarımı, işimi, kara hayatımı) (burada şehirli bir kadın olarak ulaşabildiğim tüm sınırlı imkanları kastediyor aslında) Elbette özlüyorum sevdiklerimi, adım “Özlem” zaten ama benim için yeni kültürler tanımak, doğanın içinde olmak tüm bu özlemimle baş etme şekli. Baş etme de değil aslında, terazide kafa kafaya bile değiller. Bir gün birisi, (o kişi de çok sevdiğim fikirlerine değer verdiğim, bakış açısını sevdiğim bir kadın) bana, bu seyahate çıkarken göbek bağını kes demişti. Ben şimdi ona göbek bağımla birlikte gezmenin anlamı üzerine yazıyorum içimden, aklıma geldikçe. Çünkü o zaman, renkler, tatlar, ezgiler daha anlamlı oluyor. Küçük olaylar, şeyler, büyük ve yalın mutluluklara dönüşüyor. Sinemayı, tiyatroyu, konserleri çok seviyorum ama 10 yıldır sayılıdır (fırsat buldukça gitmeye çalışıyoruz) katılımım. Ama ben artık gökyüzündeki yıldızların filmini seyrediyorum, milyon yıldızlı otelde, yine güneşin ve ayın her gün sergilediği sahneyi izliyorum, ya da dalgaların, rüzgârın kuşların, balıkçıların hatta yunusların konserlerini dinliyorum. (burada aman bunlara değer vermiyorum gibi bir anlam çıkmasın; elimdeki olanakları ya da olanaksızlıkları dile getiriyorum.) Tırnaklarıma, saçıma bakım yapamıyorum ama o haliyle seviyorum. Vücudumda yara izlerim, güneş lekelerim var ve onları çok seviyorum. Doğayla, toprakla, rüzgârla, canlılarla ilişki anlamında olanakların çeşitliliğini kelimelere dökebilmek kolay değil. Daha doğrudan bir ilişki kuruluyor. Bu doğaya evrene duyduğum saygıyı arttırıyor. Bazen sunduğu cömertliğin karşısında gözlerim yaşlı şükür duygusuyla diz çöküp, şapka çıkarıyorum kendisine. Yalnız, ıssız, küçücük kumsallar, koylar, benim en sevdiklerim, sadece biz varız hissini çok seviyorum, sonsuzluğun içinde bedenimle nefsimle, acizliğimle maddi sınırlarımı ve manevi sınırsızlığımı hatırlatıyor o ıssız koy deneyimleri. Koskoca evrende küçücük bir nokta hissetmek, yerini ya da yersizliğini görmek; açık uçsuz bucaksız okyanusta, göğün ve denizin sınırlarının karıştığı o puslu seyirlerde, ya da sahra çölünde gün doğumunda; kum tepelerini, sineklerin uçuşlarını, karıncaların günlük koşturmacalarını, develerin geviş getirişlerini izlerken, ya da dünya var olduğu müddetçe hep aynı doğrultuda aynı dönemde esen ticaret rüzgarları, saç tellerimi uçururken okyanusun ortasında, düşünsenize aynı rüzgarlar Kristof Kolomb’un da yelkenlerini doldurmuş ya da Joshua Slokum’un da. Bu rotada gelip geçen martıların yoldaş olduğu tüm denizcilere selamlar yolluyorsun o kadim rüzgârla. Ya da St. Lucia Adası’nda, yemyeşil göğe yükselen bir mabet gibi Piton Dağları2nı görünce diyorsun; “Kaç korsanın, kaç denizcinin, kaç maceraperestin göz bebeğine belirdi, kaçını büyüledi?”. 

İşte kadim bir yeryüzü ve bizler ölümlüler. Şapka çıkarıp saygı duymaktan başka ne gelir elimizden? Tabii ki korumak! Şehir hayatında konfor olarak algıladığımız şey birazda aslında kendi bildik güvenli alanlarımız. (ki artık, kim, hangi sokak, ne kadar güvende tartışılır) Konfor alanından çıkmak ve yeni ufuklara yelken açmak aslında bizim gibi kamlumbağa misali yüzen evinde dolaşırken, kendi küçük konfor alanımızda evimizdeyiz de günün sonunda. Ya da maddesel tüm konforlar için kölelik de bir seçim. 

 

Dünya turuna çıkmak başlı başlına fikir olarak bile büyük bir karar. Bu fikir nasıl doğdu, nasıl karar verdiniz? Karar verme ile gerçekleştirme arasında zamansal farklar oldu mu? Vazgeçirmeye çalışanlar oldu mu? 

Ben tekneye adımımı attığım an uzak denizleri düşlemeye başlayanım aslında, Özkan ise ne gerek var’cı. Ama zamanla bana ve bize güvendi ki yollara düştük. İlmek ilmek Özkan’ı bu maceraya ikna ettim desem yeri. 2018 yılında çıkalım artık dedik ve gitmeden hazırlıklar için şubat ayında fuara gittik. Orada Denizlerdeyiz Amatör Denizciler Derneği (DADD) ile tanıştık. Onlarla Karadeniz rallisine gittik. E, bir Karadenizli olarak kendi denizimi de yelkenlesek güzel olur, düşüncesiyle ve de kendi kıyılarmızın da hepsini de görmek arzusu ile çıktık yola. “Ne de olsa bir sonraki sene çıkarız!” 2019 başında bu sefer denildi ki Akdeniz rallisi var, Suriye sınırına kadar gidilecek, ardından Kıbrıs var rotada. E, bu sefer de en fazla Kemer’e kadar inmiştik Akdeniz’de, hadi ondan sonrasını da görelim dedik. 2019 DADDAkdeniz Rallisi’ne katıldık. Ve Gürcistan sınırından, Suriye sınırına ülkemizin neredeyse tüm kıyılarında seyir yapmış olduk. “Ne de olsa bir sonraki sene çıkarız!” Ve 2020 ve 2021 tüm dünyanın evine kapandığı meşhur pandemi yılları. Kısmet 2022’nin 9 Nisan’ıymış. Vazgeçirmeye çalışanlar tabii oldu, “ne gerek var” dediler başta benim babam, Özkan’ın annesi “oğlumu alıp götürüyorsun bilinmeze” bakışları atmaya başladı bana. Fakat sonuçta bizim mutluluğumuzu esas aldıkları için sorun yok. Aynı şekilde çevremizdeki kimi arkadaşlarımızın arasında da gereksiz olduğunu düşünen ve söyleyenler var, ama işte bakış açısı.

 

DENİZDE EDİNİLMİŞ DOSTLUKLARI ORTAK TUTKULARI BİRLEŞTİRİYOR

 

Dünya turuna çıkarken bir videonuz vardı. Denizde kazanılmış dostlarınızla bir yemek yemiştiniz, armağanlar getirmişlerdi sizi uğurlamaya gelirken. Denizde kurulan dostlukları merak ediyorum. Sizin hayatınızda önemli bir yer tutuyor sanki; yanılıyor muyum? 

Çok önemliler, denizdeki dostluklara ilgili şunu söyleyebilirim, mesela sokakta bir kafede tesadüf eseri tanıştığınız insanları (bir veya iki kere görüştüğünüz), güvenip evinize çağırdığınız sayılıdır ya da yoktur. Ama denizde, iki denizci sohbet ederken, evine, yani tekneye davet edip bir şeyler içebilir. Ya da iskelede yan yana bağlı teknelerde, bazen mahremiyet sınırı daha kolay aşılabilir ve bu da daha kolay ilişkiler kurulmasını sağlıyor. 

Ayrıca ortak tutku hepimizi birleştiriyor. Konuşacak çok konu oluyor. Ve karada çok daha önemsediğimiz konular (meslek, statü, okullar, alınan eğitimler vb.) çoğu zaman bilinmiyor ya da konuşulmuyor bile. Karadaki yaşama göre, denizciler birbirlerine karşı, daha empati sahibi ve yardımsever. Çünkü bir şekilde kader birliği yapıyorsunuz. O koyda bir fırtına koptuğunda ya da başına bir şey geldiğinde yardıma gelecek olan yine o koydaki bir diğer denizci. Tabii bunlar denizcilik adabında olması gerekenler, bu da yavaş yavaş bozuluyor maalesef.

 

Seyir rotalarına ortaklaşa mı karar veriyorsunuz? Teknik kısımlar genelde kimde oluyor? Nasıl bir iş bölümü oluyor aranızda? 

Gidilecek yerlerle ilgili ön ve genel araştırmayı, evrak işlerini, ülke giriş çıkış prosedürlerini ben, seyir planlamasını (rüzgâr, akıntı vs. gibi etkenlerle oluşturulacak olan planlamayı kastediyorum) ve teknik işleri daha çok Özkan yapıyor. Teknik işlerde birlikte de çalıştığımız birçok konu oluyor. Mutfak ve iç temizlik bende, dış temizlik Özkan’da. Suyun altında bir iş olduğunda eskiden bende idi görev ama artık ortak o sırada kim denk gelirse. Gece seyirlerinde nöbetleşe dümendeyiz.

 

SÜRDÜREBİLİR VE SORUMLULUK ALINAN SEYAHAT KÜLTÜRÜNÜN ÖNEMİ

 

Seyahat kültürü ve dünyayı tanımak arasında nasıl bir ilişki var? 

Seyahat etmek içinde bulunduğumuz dünyayı her açıdan tanımak adına çok önemli. Dünya bir o kadar büyük ama günümüz teknolojisiyle bir o kadar da küçük. Ve yolda geçirdiğin süre bazen vardığın noktadan daha öğretici, önemli olan o süreç, temas ettiğin insanlar, dokunduğun ve yıktığın duvarlar. Oluşturduğun birçok önyargı yerle bir oluyor. Doğanın kendi akışını gördükçe anlamsızlaşıyor birçok şey, yanı başındaki savaşlara ya da katledilen kadınlara daha çok üzülüyor daha çok sinirleniyorsun, umursamadan araba penceresinden atılan o pet şişeye daha çok öfkeleniyorsun. Bazen çok garipsediğim şöyle cümleler duyuyorum “şunu görmek için ya da şu fotoğrafı çekmek için o kadar yol mu gittin, ne gerek var? Televizyonda da var, Google’a yaz çıkıyor o fotoğrafın aynısı.” E o zaman niye yemek yiyoruz ki, internetten fotoğrafına bakalım yeter. Sürdürebilir ve sorumluluk alınan Seyahat kültürü oluşmasını da çok önemsiyorum. Tüketmek üzerine değil de deneyimlemek üzerine kurmalı temeli. Açık denizden çöp topladık birkaç sefer ve Özkan’ın da o videolarda dediği gibi “çöp benim değil, ama dünya benim” ya da hiçbirimizin. 

Dört ay önce Dünya Turunuza kasırga nedeniyle ara vermek zorunda kaldınız ve Türkiye’ye gelip sonrasında tekrar teknenize döndünüz. Bu dört ay nasıl geçti? Ne işimiz var karada, dediniz mi?

Karanın en güzel yanı denize dönüştür. Aile ve dostlarla özlem gidermek güzeldi. Türkiye 2 yıl içinde fiyat ve ekonomi anlamında çok değişmiş. Bu kadar büyük şehirlerden uzak kaldığımız için ilk zamanlarda güzeldi, pozitif yönde farklı gelen her his kabul bir süreliğine. Çünkü artık turist gibi hissettiğimi fark ettim. (Bir de aslında kasırga dolayısıyla değil de ailedeki ve biraz da bizdeki sağlık sorunları nedeniyle ara verdik, kasırga denk geldi.)

 

GEÇ KALMADAN HAYALLERİNİZİN PEŞİNE DÜŞÜN

 

Sizin gibi başka türlü yaşamak isteyenlere tavsiyeleriniz neler? 

Tavsiye değil çünkü bizimki el yordamıyla yolda olmak. Biraz da ışığın etrafındaki pervane gibi, doğa büyüledikçe dönüyoruz etrafında. Kendi deneyimlerinden yola çıkarak şunları söyleyebilirim; Farklılıklara açık olmak, ben yapamam’dan önce denemek ve ön yargılara kapılmamak çünkü her beğeni ya da beğenmeme tamamen kişisel. Ben Marakeş’i sevdim ama Özkan hiç sevmedi. Her ülke ile ilgili söylenen her şeye hemen inanmamak. Fakat duyduğunuz tüm bilgileri kulağımızın üstüne kalem gibi yerleştirip- adeta usta bir marangoz gibi- iyice ölçüp biçip, akıl süzgecinden geçirmek lazım, gerektiğinde kullanmak için. Venezuela ya da Karayipler’deki kimi adalar için birçok denizci sakın gitmeyin, dedi. Ama biz dinlemedik, araştırdık, gittik ve çok keyif aldık. Tabii ki her yerine gitmedik, araştırmalarımız sonucu güvenli olduğunu düşündüğünüz noktalardaydık. Lakin hep kulağımıza küpeydi birçok söylenen, gardımızı düşürmeden gezdik. Bu gidin boş verin demek değil, kendi sınırlarınıza ve risklerinize göre hareket etmek gerek. Sonuçta “yanlış yerde, yanlış zamanda, yanlış insanla” faktörleri her yerde olabilir, olasılığı azaltmak için gerekli adımları siz seçeceksiniz. Bir de öneriler noktasında sizinle aynı hazlara sahip insanlara kulak kabartmak güzeli. Yerel insanlarla da temas kurmalı. Bazen günlük rutinlerden de uzaklaşmak, her şeyden öte uyumlanmak, bir de okumak. Bakış açısını değiştiren birçok kişi için, birçok koşulda başka türlü yaşamak mümkün. Bizler için, Türk amatör denizciliği için öncü olan Sayın Sadun Boro’nun, dünya turunu anlattığı kitabı “Pupa Yelken”in son sözü şöyledir; Geç kalmadan ” Vira Bismillah “deyip engin ufuklara basın yelkeninizi ve o apayrı gizemli dünyaya bir an evvel adımınızı atın. E tabii ki dünya değişiyor ve yer küreyi kaynaklarını öyle bir tüketiyoruz ki, kadim olan güzellikler bile tehlikeye girebilir. O yüzden bir an evvel yola çıkmalı dünya değişmeden… 

 

SADECE KENDİNİZ İÇİN GEZİN

 

Ve son olarak, yeni rotalarınız belli mi? İzleyicileri yeni bölümlerde neler bekliyor? 

Aslında ana hat belli. Şu an Hollanda Karayipleri, Antilleri olarak anılan Bonaire’deyiz. Sırasıyla Curaçao, Aruba Adaları’ndan sonra, Kolombiya ve ardından Panama. Asıl büyük adım sonrasında, Panama Kanalı’ndan geçip yeni bir okyanusa açılmak, Pasifik’e… Sonrasındaki planlar, çok uzak gelecek, ama bir şekilde niyetimiz klasik rotanın birazcık dışına çıkıp dünya turunu tamamlamış olmak, ama kim bilir belki deriz bir gün buraya kadar, ya da burada karada yaşayacağız. Kısmet. Kolombiya’da ufak bir mola vermeyi düşünüyoruz, biraz ülkenin içlerine girmek için. Kara gezisi planlıyoruz, bir de misafirimiz olacak. Güney Amerika denizden gezilecek bir yer değil pek. Büyülü gerçekçiliğin topraklarına adım atacak olmak heyecanlandırıyor. Bir de daha önce kendi teknesiyle dünya turu yapmış Sayın Tanıl Tuncel, şöyle bir şey söyledi; “Dünyayı dönmeyin, gezin.” Tam da aslında bu, biz hızlıca dünyanın etrafında turlayıp geri dönelim gibi bir amaçla çıkmadık yola. Aheste aheste tadını çıkarmaya çalışıyoruz, sağlığımız ve ekonomimiz yettikçe. Yine dünya turu yapmış Sayın Ekrem Inözü’nün de söylediği gibi “Kendiniz için gezin”. Kendi keyfimize göre, herhangi bir, özel yapılmadığı yapmak için değil.