Seninle konuşmanın zamanı geldi dedi, kadın. Karşısında bir duvar vardı, biliyordu. Bir türlü başlamamıştı aralarındaki ilişki. Kadının da buna gönlü olmamıştı. Suçlu bulmaya çalışan zavallı gibi algılanmak istemezdi.
Kendini bir hayalet gibi saklamıştı. Hayaletler neden saklansın ki demeyin, sonradan farkına vardığımız her şey aslında hayalet değil midir? Onlar saklanmazlar, biz onları görmeyiz.
Aslında konuşsak ne iyi olur, diye cümleye girmek istedi. Durdu. Öfkeliydi. Yönünü kendine doğrultan bir bumerang gibiydi. Bu duygudan rahatsız oldu. Sustu.
Neden beni görmedin, yok saydın, diye bağırmak istiyordu kadın. Sensiz çok yalpaladım, demek istiyordu. Bir çöplük gibi oldum, ne varsa içime attım, diye cümleler kuruyordu içinden peşi sıra.
Derken odanın kapısı birden açıldı ve karanlık oda aydınlandı.
Gözü kamaştı; aydınlık oda fikrini bile sevmedi. Karanlıkta kalmak istiyordu.
Kapıyı kapatmak için kalktı ve tam kapının yanında bir şey fark etti. Aynadaki o’nu gördü.
Kendisini.
Görenin de görülmeyenin de kendisi olduğunu o an fark etti.
Merhaba, dedi; artık tanışma vakti geldi.