1974, Ankara doğumlu. Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünden 1997 yılında, İstanbul Üniversitesi İspanyol Dili ve Edebiyatı bölümünden ise 2018’de mezun oldu. Yüksek lisansını Eğitim Yönetimi ve Denetimi alanında yaptı. İngiltere, İspanya ve Arjantin’deki çeşitli dil okullarında eğitim aldı. 2017 yılında Cambridge Üniversitesi’ne giderek İngiliz edebiyatının farklı dönemleriyle ilgili derslere katıldı. Türkiye Yayıncılar Birliği tarafından düzenlenen editörlük, düzeltmenlik ve lektörlük programlarını tamamladı. 2001’den beri öğretim görevlisi olduğu Marmara Üniversitesi Yabancı Diller Yüksekokulu’ndaki görevini sürdürmektedir. Kendisi aynı zamanda üç Javier Cercas romanına emek vermiş, çiçeği burnunda bir çeviri editörüdür.

“Kitap satmaktan çok, kitapla ilgili olmak istedim. Kitapların içinde olmak…”

 

Öznur Hanım, merhaba. Eski Foça’da, iki yazdır uğramaktan keyif aldığım Ezop Kitabevi – Kafe’nin sahibisiniz. Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?

Merhaba. Tabi ki. Temmuz 2017’de Foça’ya taşındık, eşim ve iki kedimizle beraber. Üç ay sonra bir kitabevi açmaya karar verdim. Tek başıma aldığım bir karardı, o yüzden zorlukları oldu, bazı krizlere neden oldu ama dükkânı tutup kontrat yaptığım gece, gökyüzüne baktığımda dolunay vardı ve öyle parlak, öyle kendinden emin duruyordu ki sanki bana “Sen de kafa tutabilirsin” diyordu. O gece kendimi çok güçlü hissettiğim çok ender anlardan biriydi sanırım. Ankara’da bir kurumda mühendis olarak çalışıyordum, senelik izindeydim ve emekli olmak istediğimi belirten dilekçemi daha vermemiştim. Şimdi emekliyim, artık dört kedimiz, bir köpeğimiz ve Ezop var.

Neden “Ezop”?

Neden Ezop? Hepimizin hayatında, daha doğrusu ailesinde, diğerlerine göre daha farklı yerde, daha farklı kıymette birileri mutlaka vardır. Benim için bu kişi, Ezop. Aslında adı Ezgi. Ezgi bana “Özop” derdi, ben ona “Ezop”… Ezgi benim yeğenim. Beraber aynı evi paylaştığımız zamanlarla ilgili kötü tek hatıram yok. Ezop doğduğunda 16 yaşındaydım, şimdi 56 yaşındayım. Kırk yıllık hikâye… Çok su versen çürümez, hiç su vermesen kurumaz. O yüzden kitapçı olmaya karar verdiğimde “Adı ne olsun?” diye hiç kafa yormadım. Adı belliydi.

Sizi kitabevi açmaya ikna eden, kitap satmaya yönelten dürtü neydi?

Satmak kısmını hiç düşünmedim aslında. Kitap satmaktan çok, kitapla ilgili olmak istedim. Kitapların içinde olmak… Tek dürtü oydu.

Her tür kitap satıyor musunuz yoksa belli türleri mi tercih ediyorsunuz?

“Edebiyat kitapçısı” denilebilir Ezop için. Genelde öykü ve şiir kitapları ile romanlar var. Çocuk kitapları, sanat kitapları, bilim / inceleme ve felsefe kitapları da var ama ne yazık ki raflar dolusu değil de, küçük reyonlar şeklinde.

İkinci el kitaplar da rahatlıkla bulunabiliyor mu Ezop’ta?

İkinci el kitaplar da var, evet ve onlar daha çok satılıyor.

Kitapçı olmanın en zor yanı nedir size göre? Ya en iyi yanı?

Kitapçı olmanın zor yanları çok bence: “Nereden başlasam, nasıl anlatsam?” şarkısı gibi…

En zoruma gideni gerçekte kitap bakmaya gelmeyen insanların, zamanımı çalması… Ellerinde akıllı telefonlarla fotoğraf çekmek için içeri girmeleri… Daha da sinir bozucu olanı, içeri girmeden ve telefonun kamerası açıkken, sizden hiç izin istemeden yayın yapmaları… Bazen ellerinde yiyeceklerle, döner ekmekle, dondurmayla, lokma tatlısıyla, yarım kalmış gazlı içecekleriyle içeri dalarlar ve benim dokunmaya kıyamadığım kitapların üzerinde höpürdeterek içeceklerini içerler, meydandan aldıkları lokmanın şırası dışarı taşmış kutusunu şuursuzca kitapların arasına koyarlar. İşte o an, en zor an. İnsanlar fırına veya peynirciye girdiğinde ekmeğini veya peynirin alıp hemen çıkar ama kitapçıya girdiğinde uzun süre içeride kalır ve genelde kitap almadan çıkar. Müze gezer gibi: bakar, bakar, bakar… Yanlış anlaşılmasın, eğer kitaplarla gerçekten ilgili biriyse isterse saatlerce kalsın, kitap almasa da olur. Varlık sebebim bu tarz ziyaretçiler aslında.

İyi yanı, gerçekten kitap bakmaya gelen insanlarla edebiyat üzerine yapılan sohbetler, kitaplara dair paylaşılan her şey… Mesela siz buraya ilk geldiğinizde kitaplarla ilgili sohbetimiz olmuş ve siz bana sanatla ilgili harika bir kitap önermiştiniz. Bakın şu an bu röportaj da, bu işin iyi yanı. Sizinle başka nerede tanışabilirdik ki?

Haklısınız. Peki, Ezop’u açtığınız günden bu yana karşılaştığınız en şaşırtıcı olay neydi?

Şaşırtıcı demeyeyim de, etkileyici bir olay oldu: Ezop ilk açıldığında bir sürü mavi raf yaptırdık marangoza. Hiç kitap yoktu. Evdeki kitaplarımızı getirdim ilk önce. Aslında kitaplarımın hepsi çok kıymetliydi benim açımdan. Öğrencilik yıllarımda Ankara’da İmge Kitabevi’nden kitap alır, öğrenci kredilerimle öderdim. O zamanlar kredi kartı falan yok. Üstünde isminizin yazılı olduğu kartonlar çekmeceden çıkar ve ödediğiniz miktar da toplam borçtan düşer. Her ay gider, ödeme yapardık. Kitapların ilk sayfasına o günün tarihini ve kitabı aldığım şehri yazarım ve kitap sayfaları da hiç temiz değildir: eklenmiş notlar ve sorular, altı çizili paragraflar… Neyse uzatmayayım, Ezop’u açalı bir sene olmamıştı, gözleri ve sesi huzurla dolu bir hanımefendi geldi ve geze geze değişik raflardan üç ayrı kitap aldı. O zamanlar raflarda ikinci el kitap, yeni kitaptan daha fazlaydı çünkü arkadaşlarımız ve yakınlarımız koli koli kitap gönderiyordu. Zeynep Oral da bir etkinlik için Foça’ya geldiğinde bize uğramış ve bir ay falan sonra, iki büyük kutu kitap göndermişti, sağ olsun. İşte böyle oluşturulmuş raflar varken o hanımefendi, -ki adının Neşe ve İzmir’de yaşayan bir doktor olduğunu sonradan öğrendim- üç kitabı almak istediğinde ilk sayfasına açıp baktım ki, yıllar önce ben bir kitabevine girmiş ve bu üçünü alıp o günün tarihini atmışım. Yani üçü de benim kitabım ve üç kitap da aynı gün alınmış, üstelik tarzları farklı kitaplar… O an dondum kaldım ve çok etkilendim. Durumu anlattığımda Neşe Hanım da aynı şekilde etkilendi ve o günden sonra arkadaş olduk. Bu olay aklıma geldiğinde hâlâ şaşarım. “Bu tarz çarpışmalar olmasa hayat ne sıkıcı olur,” diye geçer içimden.

Böyle bir kitabevine sahip olmak, hayatınızı değiştirdi mi peki? Eğer değiştirdiyse hangi açıdan oldu bu?

Foça’ya taşındığımda hayatım değişti aslında. “Kitabevi iç dünyamda daha çok değişiklik sağladı,” demek daha doğru. Eskiden çok şiir okumazdım, mesela ama dört-beş senedir Ezop’ta şiir kitabı elime almadığım gün çok azdır. Bazı insanlar çiçeklerle konuşur, ben de kitaplarla içimden konuşurum, nazikçe dokunarak severim onları, rastgele bir sayfayı açar okurum. Hayatımda eskiden olmayanlar bunlardı ve bu hayatımı daha çok seviyorum.

Sizce hak ettiği hâlde önemli satış rakamlarına ulaşamamış çok kitap var mı günümüzde? Bunun sebeplerini neye bağlıyorsunuz?

Çok kitap var, evet. Bu kitaplardan çok söz edilmiyor, tanıtımları çok yapılmıyor. Bazı kitap kulüplerinde okunuyor, tanınıyor belki ama yazarları popüler değilse satış rakamları düşük olabiliyor. Şimdi aklıma gelen çarpıcı bir örnek var, mesela. Sedat Peker, geçen sene paylaştığı videoların birinde, sevgili Vedat Türkali’nin romanı “Bir Gün Tek Başına”dan söz ediyor ve bu kitabın satışı patlıyor. Efsane bir roman… Keşke herkes okusa evet ama burada sözünü ettiğim şey, geniş kitlelere ulaşmasının bu şekilde olabileceği…

Ya çok yüksek satış rakamlarına ulaştığı hâlde hak ettiğinden fazla ilgi görmüş olan kitaplar hakkındaki düşünceleriniz?

O kitaplar Ezop’ta bulunmuyor. Sipariş verildiğinde getiriyorum sadece. Üzerinde düşünmek de istemiyorum.

Kitabevi sahibi olduğunuz kadar, tahminimce iyi bir okursunuz da. Genellikle hangi tür eserleri okumaktan keyif alırsınız?

Teşekkürler… İyi bir okur olduğumu hiç düşünmüyorum ama hayatımda kitaplar ve dergiler hep oldu. Evlenmeden önce, yirmi yıldan fazla yalnız yaşadım, kitaplarla yaşadım. Ezop’tan önce kendimi iyi bir okur sanırdım ama işin içine girince anladım ki hiç öyle değilmişim. Mektupları, öyküleri, romanları, anlatıları ve sanat kitaplarını daha çok seviyorum. Şiir kitaplarını ve bazı bilimsel kitapları okumak da bana keyif veriyor.

Ezop’u üç kelime ile özetleyecek olsanız bunlar ne olurdu?

Üç kelime… Böyle sorulara ne zaman yanıt versem aklım ötekinde kalır. Yarın belki başka kelime söylerim ama şu an aklımdan geçen: “Ezop”, “Özop” ve “Foça”…

Kitabevinizde sattığınız kitapları nasıl seçiyorsunuz? Belirli ölçütleriniz var mı?

Çok satılan değil de, okunması gereken kitapları bulundurmaya çalışıyorum. Sipariş veren okurlarımız var. Onların istediği kitaplar geldiğinde inceleyip genelde beğeniyor ve o kitapları da Ezop’ta bulunduruyorum. Tanıdığım, sevdiğim yazarların kitapları çıktığında hemen getirtiyorum.

Sizce önümüzdeki yıllarda kitap yayımcılığında ne gibi değişiklikler olacak?

Umarım iyi yönde değişiklik olur ama sanmıyorum. Mayıs ayında, bağımsız kitapçılar Mersin’de bir dernek kurdu. Önümüzdeki günlerde sorunlarımıza çare olabilecek mi bakalım? Sabit fiyat yasası çıkacak mı? Bekleyip göreceğiz.

Sihirli lambadan çıkan cin, Ezop Kitabevi’nde üç yazarlı imza günü dileğinizi gerçekleştireceğini söyleseydi bu üç yazar kimler olurdu? Niçin?

Eğer sihirli lambadan cin çıkabilecekse isteğim de, olması mümkün olmayacak olanı istemek olmalı bence. O yüzden diyorum ki: Nâzım Hikmet, Vedat Türkali, Didem Madak…

Sizden kitap satın alan bir okurdan, bugüne kadar duyduğunuz en güzel cümle neydi; Öznur Hanım?

Benim için en güzel cümle “Ezop yaşamalı” cümlesi… Varlığını önemsediğim Ezop’un, varlığının önemsenmesinden daha güzel ne olabilir?

Kitabevinizin avlusunda minik, şirin bir kafe de var. Böyle bir kafe, daha çok sizin için mi yoksa okurlar için mi avantajlı oluyor? Türkiye’de son yıllarda çok popüler olan kitabevi – kafe konseptini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Okurlar açısından bu konseptin hayli iyi olduğu bize hep söyleniyor. Hatta bunun, çoğu kişinin hayali olduğunu da sıklıkla duyuyoruz. Kitaplara göz atarken çay – kahve içmek, rahat ve sessiz bir ortamda bulunmak internet üzerinden kitap almaktan çok daha iyi değil mi? Bazı insanlar çok kitap okumasa bile kitap dolu ortamda bulunmaktan mutlu oluyorlar.

Foça’da sizden kitap alan okurlar, genellikle hangi yaş aralığında? Bunun sebepleri hakkında ne düşünüyorsunuz?

Orta yaş üzeri okurlar, daha çok kitap alır. Gençler, genellikle kitapların arkasındaki fiyata bakıp bırakıyor. İçlerinden “ Hııı, internetten ucuza alırım, daha iyi,” diye geçirdiklerini tahmin ediyorum. Tabletlere ve akıllı telefonlara doğan çocukların kitaplarla ilişkisi, bizim kuşağın ilişkisinden hayli farklı. Bu konu beni hep düşündürmüştür. O yüzden, Ezop’un açılması ile pandemi dönemi arasındaki o iki yıllık süreçte, çocuklara ayda bir kez “masal günleri” düzenliyordum. Masal günleri sayesinde, yaşları altı ile dokuz arasındaki çocukları, kitap raflarıyla dolu bir ortamda, kitap kokusuyla buluşturma ve hafızalarına basılı kitaplarla ilgili görüntü yerleştirme umudundaydım. Virüsten tamamen kurtulduğumuzda masal günlerini yeniden yapacağız elbette. Bu arada, az önce sözünü ettiğiniz şirin avlu ve kafeyi, masal çocuklarımdan birinin annesi ile beraber işletiyoruz.

Bir gün büyük bir şehirde de kitabevi sahibi olmayı ister misiniz?

Büyük şehirde olmayı isteyebileceğimi hiç sanmıyorum. Foça’da kitapçı olmaktan çok mutluyum.

Bu samimi sohbet için dergimiz Mikroscope adına çok teşekkür ediyoruz, Öznur Hanım.

Ben de çok teşekkür ederim.