Vejetaryan romanı ile tüm dünyada tanınan Koreli romancı Han Kang’la çok soğuk bir Seul akşamında kahve içip sohbet ettik. Çevirmen Nana Lee’nin de desteği ile Han Kang’ın yazarlığı ve Vejetaryan hakkında konuştuk.
Babası ünlü bir romancı, Han Seung-won. Kore’nin en büyük ödülünü almış. Erkek kardeşi de yazar. Yazarlardan oluşan bir aile. “İlkokul dönemimde beş kere taşındık. O yüzden arkadaşlarım yoktu. Arkadaşım kitaplar oldu. Sanki kitaplar beni koruyormuş gibi hissettim. Hiç yalnızlık hissetmedim. Çocukken babamı hep yazarken gördüm. Babamın çok çile çektiğini gördüm. Yazarlık yorucu bir iş. Büyüyünce yazar olmayacağım diye karar verdim.”
“Ergenlik dönemimde varoluş sorunlarım oldu herkes gibi… Ben kimim, insanlar neden yaşar, nasıl ölür gibi soruları düşündüm. Bu soruların cevaplarının kitaplarda olduğunu fark ettim. Çocukluğumda okuduğum kitapları bu gözle tekrar okudum. Cevap bulmaya çalıştım. Ama cevap yoktu, sorular vardı. Yazarların benim gibi sorunları olduğunu, onların da sorulara cevap aradığını fark ettim. Ben de yazar olabilirim diye düşündüm. Yazmaya başlamamda bu sorular etkili oldu.”
“Ağabeyim Han Dong Rim de yazar. Sanırım babam ağabeyimden sonra benim de yazar olabileceğimi düşünmedi. Ama yazar olmama şaşırmadı. Karşı da çıkmadı. Bugün meslektaş olarak beni iyi anlayan biri olduğunu söyleyebilirim.”
“Üniversitede Kore çağdaş edebiyatı okudum. Mezun olduktan sonra bir yayınevinde editörlük yaptım. Bir edebiyat dergisinde çalıştım. On yıldır yaratıcı yazarlık dersleri veriyorum.”
“Üniversitedeyken şiir ve öykü yazıyordum. O dönemde çok sevdiğim bir dergi vardı; Edebiyat ve Toplum. Oraya şiir yolladım, yayımlandı. Benim için şiir ya da öykünün farkı yoktu, önemli olan edebiyatın kapısını açmaktı. Bir şiir kitabım var. Zaman zaman hâlâ şiir yazıyorum.”
Ertesi yıl, 1993’de ilk öyküsü yayımlanmış. Sonra ödüller gelmiş. Çok sayıda ödülü var.
“Kore’de birçok önemli edebiyat dergisi var. Dergilerin, gazetelerin, derneklerin ödülleri var. Bunlar bir yazarın tanınmasında etkili oluyor” diye anlatıyor edebiyat ortamını.
İlk öyküsünü yayımlanmasından iki yıl sonra 1995’de ilk kitabı yayımlanmış.
“Seul Shinmun gazetesinin bahar yarışmasında bir öykü ile ödül aldım. Dergi ve gazetelerde öykülerim yayımlanıyordu. Edebiyat ve Toplum dergisinin sahibi, aynı zamanda büyük bir yayıncıdır, senin öykülerini kitap haline getirelim mi dedi. Kitap böylece çıktı.”
25 yıllık, deneyimli bir yazar Han Khang, ama dünyada tanınması geçen yıl Uluslararası Man Booker Ödülü ile oldu. Orhan Pamuk’un da aralarında olduğu büyük yazarları geçerek ödülü aldı.
“Ödül haberini alınca çok tuhaf diye düşündüm. Heyecanlanmadım. Çünkü ben Vejetaryan’ı on yıl önce yazmıştım. İngilizcede yeni yayımlanmıştı. Birden basının ilgi odağı oldum, bana çok garip geldi. Kitap birçok dile çevrildi. Çok sattı. Sinemaya uyarlandı.”
Dünya yazarı olmak nasıl etkiledi, diye soruyorum.
“Ben okuru, basını düşünmemeye çalışıyorum, eserime yoğunlaşmaya çalışıyorum. O nedenle de basının, okurun ilgisinden korunmaya uğraşıyorum. Ama bu ilgiye karşı dayanmak zor. Bugünlerde üç bölümlük bir roman yazıyorum. Yazmak için zaman ayırmak istiyorum. Okurun, medyanın ilgisine rağmen bunu başarmaya çalışıyorum. Belki haftaya telefon numaramı değiştirebilirim.”
Vejetaryan’ı yazış öyküsünü konuşuyoruz. Vejetaryan üç bölümden oluşuyor, bölümler önce dergilerle üç ayrı öykü gibi yayımlanmış.
“Aslında baştan roman olarak düşündüm. Edebiyat dergilerine bölüm bölüm yolladım. Yayınlansın, okunsun diye. Yani tefrika bir roman yayınlanıyor diye düşünün.”
Her bölümün ayrı bir öykü olduğu izlenimi verdiğini, ayrı ayrı da okunabileceğini de söylüyorum.
“Değişik boyutları, açıları olan bir roman yazmak istedim. Bu üç bölümün anlatıcıları farklı, üç ayrı kişi anlatıyor. Asıl kahramanın sesi yok, anlatıcılar kadın kahramanı gözlemleyen kişiler. Kadın kahramanın nasıl biri olduğunu okurun kafasında canlandırmasını istedim.
Üç öykünün hepsini birden okuduğunuzda ortaya bambaşka bir imge çıksın istedim. Kadın kahraman bir nesne olarak karşımıza geliyor roman boyunca. Bazısı seviyor, âşık oluyor, bazısı nefret ediyor, küçümsüyor oysa tamamını okuduğunuzda güçlü, ne yaptığını bilen bir kadın ortaya çıkıyor.”
Türkiye’de Vejetaryan’ın (çev. Göksel Türközü, April yay.) çok okunduğundan söz ediyorum. Bunun nedeni Kore ve Türk aile yapılarını birbirlerine çok yakın olması, kadınların benzer sorunların yaşanması olabilir. Aile ilişkileri, normalin dayatılması, kadının konumlandırılması gibi sorunların benzediğini düşündüğümü söylüyorum. Özellikle birinci bölümde et yemeyen kızına babanın zorla et yedirmeye çalışması, sonu dayağa varan olaylar… Batı dünyası nasıl karşıladı diye soruyorum.
“Her ülkede farklı tepkiler aldım. İngilizler birinci bölümü ironi olarak algıladı. Toplantılarda okuduğumda gülüyor, kahkaha atıyorlar. Oysa Kore’de öyle değil. Anlaşılan Türkiye’de okursam okurlar gülmeyecek, duygu birliğine girecek.”
İkinci bölümde bir video sanatçısı var. Romanın kahramanı Yonğhe’yi videosunda oynattıktan sonra ailesinden ve toplumdan tepki görüyor ve ortadan kayboluyor. Diğer eserlerinde de sanatçı kahramanları olmuş. Kendisi de müzikle ilgili. Besteleri var. Bestelediği şarkılardan oluşan bir CD yayımlanmış.
“Toplumda anlaşılmayan bir sanatçının sorunları var ikinci bölümde. 1980’lerde Kore’de yaşanan bir olaydan yola çıktım. Toplumun kabul etmediği sanatçıya uygulanan şiddette dikkat çekmek istedim. Kore’de bu bölüm oldukça siyasi bulundu, tartışıldı.”
Romanın kahramanı Yonğhe ağaç olup toprağa karışmak istiyor, yemeden içmeden kesilmesinin nedeni de bu. Vejetaryan ismi bunu tam olarak karşılıyor mu, diye soruyorum. İnsan olmaktan vazgeçmek mümkün mü?
“Vejetaryan’ı bir şeyi reddeden anlamında kullandım. Yonğhe’nin yapmak istediği dünyanın şiddetinden kendisini kurtarmak. Ağaç olmaktan başka çaresi olmadığını düşünüyor. Ağaç olmak onun için kurtuluş. Ama kurtulmak isterken ölüme doğru yürüyor.”
“Yirmili yaşlarda Budizm’e çok ilgi duymuştum. Budizm’de bu sorunlara cevaplar aranır. Kitapta Budizm’den de etkiler var.”
Edebiyat dünyasının yeni yazarları usta yazarlara benzetme huyu var. Han Khang Kafka’ya, Melville’e, Süskind’e, Murakami’ye benzetilmiş.
“Böyle büyük yazarlarla karşılaştırılmak benim için bir onurdur. Ama kendime göre yazdığımı düşünüyorum. Aslında benim gayem, başardım mı bilmiyorum, kısa cümlelerle duygularımı yansıtmak istiyorum. Kısa ve öz yazmak istiyorum.”
1995’de iki gün İstanbul’da kalmış. “O günlerde Türkiye bugünkü gibi değildi, sakindi, güzeldi. Tekrar gelmek, bu kitapta yazdıklarımı Türk okurlarla paylaşmak isterim,” diyor.
Türk edebiyatından Yaşar Kemal ve Orhan Pamuk’u okumuş. Erendiz Atasü ile de 1998’de Iowa Üniversitesi’nde yazar programında tanışmış. Dostluk etmişler. Atasü’nün İngilizceye çevrilen öykülerini okumuş. Atasü’nün işlediği konuları kendine yakın buluyor.
*Yazarın, 3 Mart 2017 tarihinde Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan yazısından alınmıştır.