1974, Ankara doğumlu. Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünden 1997 yılında, İstanbul Üniversitesi İspanyol Dili ve Edebiyatı bölümünden ise 2018’de mezun oldu. Yüksek lisansını Eğitim Yönetimi ve Denetimi alanında yaptı. İngiltere, İspanya ve Arjantin’deki çeşitli dil okullarında eğitim aldı. 2017 yılında Cambridge Üniversitesi’ne giderek İngiliz edebiyatının farklı dönemleriyle ilgili derslere katıldı. Türkiye Yayıncılar Birliği tarafından düzenlenen editörlük, düzeltmenlik ve lektörlük programlarını tamamladı. 2001’den beri öğretim görevlisi olduğu Marmara Üniversitesi Yabancı Diller Yüksekokulu’ndaki görevini sürdürmektedir. Kendisi aynı zamanda üç Javier Cercas romanına emek vermiş, çiçeği burnunda bir çeviri editörüdür.

İspanya’nın en uzun nehri, Katalonya’dan Akdeniz’e dökülen Ebro

Katalan Yazar/Editör Emili Rosales ile Edebiyata, Sanata ve Dostluğa Dair

 

Her şey ölür ama hiçbir şey tamamen buharlaşmaz…

 

Görünmez Şehir’in yazarı, dünyaca ünlü Planeta Yayınevi’nin editörü, Nobel ödüllü Doris Lessing ile söyleşi yapan, efsanevi yazar Miguel Delibes ile dört yıl çalışan, İspanyol edebiyatında Cervantes’ten sonra en fazla okura sahip olan Carlos Ruiz Zafón’un yakın arkadaşı…

Katalan yazar ve editör Emili Rosales ile bu röportajı yapmaya karar verdiğimizde mevsim sonbahar, yer Frankfurt Kitap Fuarı idi. Geç olsa da güç olmadı ve ortaya samimi bir sohbet çıktı.

Kübra Çiğdem İnal’ın objektifinden Emili Rosales – Frankfurt Kitap Fuarı

 

Merhaba, Bay Rosales. Frankfurt Kitap Fuarı’ndan bu yana neler yapıyorsunuz?

Merhaba. Oldukça yoğundum. 23 Nisan Kitap Günü sebebiyle, yılın ilk çeyreği İspanya’da yayıncılık açısından en yoğun dönemdir.

 

Barselona’dasınız şu an, değil mi? Ve bildiğim kadarıyla da, Katalansınız. Bize biraz kökenlerinizden bahseder misiniz?

Barselona, yaşanacak harika bir şehir olmasının yanı sıra, hem Katalan bölgesinin hem de İspanya yayıncılık sektörünün başkentidir. Ben Katalonya’nın güneyinden, Unesco’nun Biyosfer Koruma Sahası olan doğal güzellik Ebro Deltası’nın yakınındaki  Sant Carles de la Ràpita denilen bir balıkçı kasabasından geliyorum.

 

Hem yazar hem de editörsünüz. Kendinizi bu iki alandan hangisine daha yakın hissediyorsunuz? 

Aslında editörüm ve yazardım ancak her iki işe de kendimi çok yakın hissediyorum. İkisi birbirinin tamamlayıcısıdır: Yazmak için kendi iç dünyanıza bakmalısınız, editörlük için ise dış dünyanın farkında olmalısınız.

 

DORIS LESSING’İ EVİNDE ZİYARET ETTİM

 

Edebiyat dünyasına şiir ile 1989’da girip kısa bir süre sonra roman yazmaya başlamışsınız. Bu kararınızın sebebini merak ettim.

Şiir veya roman yazmanın dürtüsü aynıdır: Kendinizi ifade etmeli, bir hikâye oluşturmalı, anlam veya güzellik yaratmalısınız ancak teknik ve strateji çok farklıdır. Günlük koşuşturma yüzünden roman yazamıyorum artık ama yazdığım bazı şiirler var.

 

Çevirmenlik de yapmışsınız, bir ortaokulda edebiyat öğretmenliği de; hatta gazetelere kitap eleştirileri de yazmışsınız. Edebiyatın her alanında çalışmış olmak, bugünkü Emili Rosales’e neler kattı? 

Her zaman mesleğim olan kitaplar üzerinde çalışabildiğim için kendimi şanslı sayıyorum. Kitaplarımın dışında, 1990-2000 yılları arasında, bir kısmını Londra’da gerçekleştirdiğim edebî röportajlar yapmaktan büyük keyif aldım; Martin Amis, Czeslaw Milosz, Amos Oz, Ismail Kadare, Doris Lessing, Gore Vidal gibi kişilerle tanışma fırsatı buldum. 2000 yılından beri tam zamanlı bir editörüm; hâlihazırda efsane olmuş Katalan ve İspanyol yazarları yayımlamaktan zevk duymaktayım.

 

Doris Lessing nasıl biriydi? 

Onunla tanışmak etkileyiciydi. ’98 yazından ’99 yazına kadar Londra’da yaşadım. O yıl orada yaşamanın avantajını kullanarak sadece İngiliz yazarlarla değil o dönemde İngiltere’yi ziyaret eden başka yazarlarla da röportajlar yaptım. Bu röportajlar İspanya’daki iki ayrı gazetede yayımlandı. Doris Lessing ile röportaj yaptığımda kendisi zaten klasikler arasına girmişti. Onu evinde ziyaret ettim. Sanırım güney Londra’daydı evi. Yaşlı, çok tatlı bir kadındı. Yerde oturmuştuk.

Yerde mi?

Evet, yerde. Çok ilginç bir sohbetti. Sadece edebiyattan değil kendisinin Afrika’daki ve Londra’daki uzun yaşamından, çağdaş edebiyattaki özel rolünden, ilk feminist yıllarından, sömürgecilik ve Afrika’daki durum hakkındaki düşüncelerinden konuştuk. Birkaç gün sonra bir arkadaşım, Baltasar Porcel adında önemli bir Katalan yazar, Londra’ya gelip Doris Lessing ve bu röportaj hakkında bana sorular sordu. Doris hakkında bildiğim her şeyi ona anlattım ama o bana bir şey söylemedi. İki hafta sonra aynı arkadaşım, uluslararası alanda verilen en önemli ödül olan Katalonya Ödülü’nün Doris Lessing tarafından kazanıldığını açıkladı. Bu çok ilginçti çünkü röportaj, bu ödülün verilmesinde etkili olmuştu. Ödülün açıklandığı an, benim için duygu yüklüydü.

Lessing röportajının tam tarihini hatırlıyor musunuz?

‘99 yılındaydı. Röportajı bulup size göndereceğim ama Katalanca, İspanyolca değil. Sizin için Katalancadan tercüme edebilecek birini bulabilir misiniz, bilmiyorum.

Bir yolunu bulurum sanırım. Teşekkür ederim!

 

MIGUEL DELIBES ÇOK GERÇEKTİ KUSURSUZ DEĞİLDİ

Dört senede üç kitaba imza attıktan sonra, beş sene hiçbir şey yazmamışsınız. “Yazar tıkanıklığı” diye bir şey var mı gerçekten? Bir de şunu öğrenmek istiyorum: Üretemediğini hisseden yazar, üretmek için kendini zorlamalı mı? 

Son kitabım 2005 yılında yayımlanmıştı. Ancak genel düşünecek olursak bu konu, yazarın kitapları hakkındaki düşüncelerine bağlıdır. Yazmak bir iştir: İlham siz çalışırken gelir… Ama şaka bir yana, eğer bir fikriniz, bir planınız, bir stratejiniz, bir amacınız veya bir hayaliniz varsa onu elde etmek ya da o hedefe en yakın noktaya ulaşmak için elbette mücadele etmelisiniz.

 

Kitaplarınız yirmiden fazla dile çevrilmiş ve şu anda Planeta gibi dünyanın en büyük yayınevlerinden birinde, Katalan dilinde yazılmış eserlerin koordinatörlüğünü yapıyorsunuz. Edebiyatın farklı kulvarlarından geçmiş biri olarak, kendinizi ne zaman “edebî figür” olarak görmeye başladınız?

Ben kendimi edebî bir figür olarak görmüyorum, hiçbir zaman da görmedim. Artık birer klasik olmuş Katalan (Josep Pla, Baltasar Porcel, Mercè Rodoreda, Jesús Moncada) ve İspanyol (Miguel Delibes, Ana María Matute, Carmen Laforet) yazarları yayımlamış olmaktan gurur duyuyorum. Ayrıca günümüz edebiyatını yenileyen ve daha önce hiç yapılmamış şekilde, onu dünyayla tanıştıran bir ekibin üyesi olmaktan da keyif aldım: Carlos Ruiz Zafón, Jaume Cabré, Dolores Redondo…

 

Miguel Delibes mi? Gerçekten mi? O benim en sevdiğin İspanyol yazarlardan biridir!

Evet. 2006 yılında Destino Yayınevi için çalışmaya başladığımda Miguel Delibes hâlâ hayattaydı. Marjinal ve tarihî bir eser olan son romanı Kâfir yayımlanmıştı. Kendisi en fazla takdir edilen, en çok sevilen İspanyol yazardı. Kesinlikle. O, hem İspanyol edebiyatında hem de Avrupa edebiyatında yirminci yüzyılın en önemli isimlerinden biridir. Dört yıl boyunca Miguel Delibes ile çalışma onuruna sahip oldum. 2010 yılında vefat etti. Miguel Delibes’i Kantabria Denizi kıyısındaki yazlık evinde ziyaret etmiştim. Benim için gerçekten heyecan vericiydi. Miguel Delibes ile, edebiyat ve gazeteciliğin üstadı ile bir arada olmak…

Onunla ilgili hatırladığınız özel bir şey var mı?

O çok gerçekti yani kusursuz değildi. Ama Destino için, altmış yıl boyunca kitaplarını basan yayınevi için çalışan herkese karşı nazikti. Bir tür “babacan” yapıya sahipti. Bu kelime ile ne demek istediğimi anlıyor musunuz? Çünkü ben çok gençtim ve o çok yaşlı bir yazardı. Tüm akademisyenler, üniversiteler ona saygı duyardı. Bana her zaman şunu söylerdi: “Biz, akademisyenleri ve eleştirmenleri değil okuyucularımızı önemsemeliyiz.” Elbette akademisyenlere ve eleştirmenlere saygı duyuyordu ama kendisi daima okuyucuların ne kadar önemli olduğunu vurgulardı.

Kendisinin Cinco horas con Mario adlı eseri, ne yazık ki henüz Türkçeye çevrilmedi ama ben dört ya da beş yıl kadar önce İspanyolcasını okumuştum ve anlatımından, romandaki aşırı derecede uzun o monologdan çok etkilenmiştim. Muhteşem ve sürprizlerle dolu bir kitap ama Türkçeye neden tercüme edilmediğini bilmiyorum.

O kitap tiyatroya da uyarlandı. Mario ile Beş Saat, sahnede büyük bir başarı elde etti ve bu oyun İspanya’daki birçok tiyatroda yıllarca oynandı.

Hâlâ sahneleniyor mu?

Sanırım evet.

Üniversitede filoloji okumuşsunuz. Filolojinin, şu an yaptığınız işe nasıl bir yararı oldu?

Yeni bir iş üretmek, yeni işlerin kıymetini bilmek ve yeni yazarları ortaya çıkarmak için, kendi geleneğinizi ve ana edebiyat geleneğini bilmek ve okumak önemlidir.

 

Katalan Dili Yazarlar Birliği’nin de üyesisiniz. Bu birlik neler yapar ve amacı nedir?

Yazarların yaşam koşullarını iyileştirmek ve profesyonel olmalarına yardımcı olmak amacıyla kurulmuştur.

 

Katalan edebiyatı ile İspanyol edebiyatı arasındaki benzerlikler ve farklılıklar nelerdir? Katalan edebiyatını neden yeterince tanımıyoruz?

İtalyanca, Fransızca veya İspanyolca gibi, Katalanca da bir Latin dilidir. Frankocu yasaklamalar yüzünden, Katalan dili ve edebiyatı bir küçülme yaşadı. Onlarca yıllık demokrasi ve otonominin ardından, Katalan edebiyatı –sahip olduğu sekiz yüz yıllık gelenekle- uluslararası mecralar tarafından tanınmaya başladı. Katalan yazarlar, kendi kişiliklerini koruyarak Avrupalı diğer meslektaşlarıyla aynı özellikleri paylaşırlar. 

 

HER ŞEY ÖLÜR AMA HİÇBİR ŞEY TAMAMEN BUHARLAŞMAZ

 

Türkçeye çevrilmiş tek romanınız olan Görünmez Şehir’i (La ciutat invisible) ele alalım biraz.

Görünmez Şehir; on sekizinci yüzyıl Aydınlanma çağı düşüncesine dayanan, Saint Petersburg’u yansıtacak ideal bir şehri kurmaktan yola çıkan, tarihi ve kendini keşfetme romanı. Bu hiçbir zaman tamamlanamamış, gerçek bir kraliyet planı idi. Ben kendi çocukluğumda Ebro Deltası yakınlarında, doğduğum yerde bu ihtiraslı projenin kalıntılarında oyunlar oynamıştım.

 

Görünmez Şehir ile, Katalan dilinde yazılmış eserler için en büyük edebiyat ödüllerinden biri kabul edilen Sant Jordi’yi 2004 yılında kazanmış ve “en başarılı çağdaş Katalan yazarlar” listesindeki yerinizi almışsınız. Bu ödül size neler hissettirdi?

Mutluluk vericiydi. Dünya genelinde birçok yayıncı, kitabı tercüme etmeye karar verdi. Avrupa, Çin, Avustralya gibi yerlerdeki okurlara bu hikâyeyi anlatmak benim de hoşuma gitti. Ödüle gelince, on yıl sonra Sant Jordi Ödülü’nün yayıncısı olmam da ilginçti. 

 

Görünmez Şehir; günümüz ile on sekizinci yüzyılı başarılı bir şekilde harmanlayan, İspanya Kralı III. Carlos’un İspanya’nın Ebro Deltası’nda muhteşem bir Avrupa şehrini inşa etme tutkusunun anlatıldığı bir roman. Samimi söylüyorum, bu kitabı ben çok sevdim. Entrikanın, romantizmin, sanatın, politikanın, aşkın, gizemin, tarihin içinde sürüklendiğimi hissettim okurken. Böyle bir roman yazmak aklınıza nereden geldi, Bay Rosales?

Çocukken arkadaşlarımla on sekizinci yüzyıl kalıntılarında oyunlar oynardık. Ama hiç kimse bize terk edilmiş tüneller, yıkılmış duvarlar veya kemerlerin ne olduğunu öğretmemişti! Onlarca yıl sonra bazı tarihçiler; Napoli’den, Saint Petersburg’dan ilham alan, eski ancak asla inşa edilmemiş bir kraliyet şehrinin, Aydınlanma’ya dayanan kökenlerini açıklamaya başladılar. Buna karşı koymak imkânsızdı: Henüz ifşa edilmiş kolektif bir macerada, kendi kendine keşfetme ve kaybetmenin kişisel hikâyesini yazma fırsatım oldu.

 

Romanınızdaki görünmez şehir gibi, İtalyan mimar Roselli gibi, kayıp Tiepolo tablosu gibi, bir zamanlar var olmalarına rağmen şu an göremediğimiz, bir zamanlar dünyaya tanıklık etmiş olmalarına rağmen üzerilerini otlar bürümüş ve çoktan silinip gitmiş ne çok şehir, ne çok insan ve ne çok obje var, değil mi? Görünmez Şehir’i buna işaret etmek için mi yazdınız, görünmeyenleri görünür kılmak için mi yani?

Evet, bu amaçla yazdım! Anlatıcı görünmez şehirden bahsederken kendinden bahsediyor, görünmeyen kendi iç dünyasından, her ne kadar tümüyle ortada olmasa da sizin bir parçanız olan, gelip geçen ama asla tamamen kaybolmayan her şeyden. Roman metaforlarla dolu: Pompeii de, benim şehrimi kurmaya çalışan (ama bunu başaramayan) kral tarafından küllerinin altında bulunmuştu. Her şey ölür ama hiçbir şey tamamen buharlaşmaz…

 

Romandaki anlatıcı Emili Rossell’in, yazar Emili Rosales ile bir bağlantısı var mı yoksa bu sadece bir isim benzerliği mi? 

Bunların tümüyle, tüm isim benzerlikleriyle oynadım. Benim ailem de kraliyet şehri inşa edilirken oraya gelmiş ama roman, esas olarak, zihnimin yarattığı bir şey.

SİZİ KİTAPLARIN ASLA ÖLMEDİĞİ BİR YERE GÖTÜRECEĞİM

Yine Görünmez Şehir’de, Rembrandt’ın Pişman Oğulun Dönüşü isimli eseriyle ilgili şöyle etkileyici bir cümle var:

Ben babamın yüzünü bile bilmem ama bir gün beni tıpkı Rembrandt gibi kucaklamasını isterdim.

Sanata olan bu düşkünlüğünüzün nereden kaynaklandığını merak ediyorum. Ayrıca, buram buram sanat, tarih ve seyahat kokan böyle bir romanı ortaya çıkarmak için ne kadar araştırma yaptınız, hangi kaynakları taradınız?

Sanat, anlam ve keyif almayı içerir. Herhangi bir şey bunu geliştirebilir mi? Bu romanı yazdığım dönemde eşimle birlikte bir sergi gezmek ya da sadece bir resmi görmek için seyahat ederdim, o dönem ve şartlar hakkında çok fazla okurdum ve elbette ki, kraliyet şehrinin hiç bilinmeyen mimarının ya da mühendisinin ayak izlerini bulduğumu hayal ederdim. Bu çok heyecan verici idi. Napoli, Roma, Venedik, Saint Petersburg, Madrid…

 

Son olarak, çağdaş İspanyol edebiyatının en başarılı yazarlarından biri kabul edilen, 2020’de erken yaşta kaybettiğimiz Carlos Ruiz Zafón ile olan dostluğunuzdan da biraz bahsedelim istiyorum: Kendisiyle nasıl ve nerede tanıştınız? Bu dostluğa dair, bize neler söylemek istersiniz?

2000 yılında Rüzgârın Gölgesi üzerinde çalışmaya başladığımızda tanıştık. O dönemde Los Angeles’ta yaşıyordu. Tüm Planeta ekibi olarak, bir editörün keyif alabileceği en heyecan verici deneyimlerden birine başladık: Okurlara hiç bilinmeyen bir yazarı tanıtacaktık. Dört kitap ve yirmi yılın ardından, Carlos Ruiz Zafón’un, dünya üzerinde Cervantes’ten sonra en fazla okuru olan İspanyol yazar olduğunu görmek inanılmaz bir macera idi. Bu süreçte ben de eşsiz ve etkileyici bir insanı, bir dâhiyi, unutulmaz bir arkadaşı tanımış oldum, özlemini her gün duyduğum kişiyi.

Carlos Ruiz Zafón ile Emili Rosales – San Francisco

Frankfurt Kitap Fuarı’ndaki Carlos Ruiz Zafón’u anma töreninde siz de bir konuşma yaptınız ve kendisiyle yaşadıklarınızı anlattınız. Sıkı bir Zafón okuru olan benim için o kadar kıymetli, o kadar unutulmaz bir törendi ki bu… Örneğin, Zafón’un çok iyi piyano çaldığını, mimariye ve sinemaya olan ilgisini, cömertliğini ben o gün öğrendim. Kendisi hakkında başka neler söylemek istersiniz? Nasıl bir insandı Carlos Ruiz Zafón?

Okurken, yazarken, müzik yaparken ve yürürken yalnız olmayı severdi. Ve gerçek bir hikâye anlatıcısı idi; bizi güldürmeyi severdi. Kendisi çocukken, bazı öğrencilerin anneleri; Carlos’un anlattığı korku hikâyeleri yüzünden çocukları uyuyamıyor diye onu öğretmene şikâyet edermiş. Atmosfer yaratma konusunda özel bir yeteneği vardı… Ama hedeflediği edebî noktaya ulaşana kadar çok fazla çalıştı. En değerli mirası, “Sizi kitapların asla ölmediği bir yere götüreceğim” ifadesidir. 

 

Bu vesileyle değerli yazarı da anmış olduk. BBC ile yaptığı bir söyleşide “Hatırladığımız kadarız. Ne kadar az hatırlarsak o kadar azalırız,” demiş Carlos Ruiz Zafón. Siz bu konuda neler düşünüyorsunuz?

Carlos bize, yirmi birinci yüzyıl edebiyatının en fazla hayranlık duyulan eserlerinden birini verdi: Unutulmuş Kitaplar Mezarlığı dörtlemesi. Okurlar yıllar, yıllar boyunca bu kitapları severek okuyacaktır.

 

Hiç Türkiye’ye geldiniz mi?

Çin ve komşu ülkelerimiz olan Fransa, İtalya, vb. ülkelere gittim, oralarda Görünmez Şehir ile ilgili söyleşiler yaptım ama hayır, Türkiye’ye şimdiye kadar hiç gitmedim. Gitmeyi çok istiyordum ancak gerçekleşmedi. Gerçekleşmesi, hiç tanışmamış olduğum Türkiye’deki yayıncıma ve belki de İstanbul’daki Cervantes Enstitüsü’ne bağlı.

 

Keyifli bir sohbet oldu, Bay Rosales. Dergim Mikroscope adına, size teşekkür etmek isterim. Yine Görünmez Şehir’den bir alıntıyla son sözümüzü söyleyelim mi? 

Gün gelecek, kimse ne kralın ismini ne de topraklarının büyüklüğünü hatırlayacaktır ama büyük ressam Tiepolo’nun resimlerinde verdiği duygu ve hazzın namı sürecektir.