Milliyet Sanat’ın elli yıllık hikâyesi, gazeteci ve sanat eleştirmeni Evrim Altuğ tarafından “Türkiye’nin Sanat Hafızası” adıyla kitaplaştırıldı. Bu süreçte Türkiye ve dünyadaki değişimleri biçimsel, içeriksel, editoryal ve görsel dönüşümleriyle yansıtan bu “arşivlik” derlemenin editörü ise, Milliyet Sanat Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Filiz Aygündüz. Üniversite öğrencisiyken tanıştığı, yirmi altı yıldır da her kademesinde görev yaptığı derginin yarım asırlık yolculuğunu en yakın tanıklarından Aygündüz ile konuştuk.
Milliyet Sanat’la tanışmanızı ve buradaki yolculuğunuzu anlatır mısınız?
On yedi yaşımdaydım. Mimar Sinan Üniversitesi Matematik bölümünde öğrenciydim. Bütün dersler matematik ağırlıklıydı, haftada otuz beş saat… Ve nefes alacak bir şeyler arıyordum. O ara zaten hep kitap okuyan biriydim; çocukluktan itibaren ama ufak ufak da, sergiler ve filmler gibi, sanatla ilgilenmeye başlamıştım. Bunları takip edebileceğim bir yayın arayışı sırasında Milliyet Sanat ile tanıştım. On yedi on sekiz yaşlarımda, 30M otobüsünde Mecidiyeköy’den Beşiktaş’a giderken ve aynı otobüsle geri dönerken elimde defterlerim, kitaplarım ve Milliyet Sanat olurdu. Otobüste okumaya ve anlamaya çalışırdım dergiyi. Tabii aklımın ucundan bile geçmezdi bir gün o dergide çalışacağım, bütün kademelerinde görev alacağım. Ben sadece müthiş bir öğrenme açlığıyla sanata dair, dergiyi okur ve yazıları anlamaya çalışırdım. İlk tanışmamız böyle oldu, okur olarak.
Peki profesyonel anlamda ilişkiniz nasıl başladı ve nasıl gitti?
Çeşitli yayınlarda çalıştıktan sonra Duygu Asena’nın ekibine katıldım, onunla “Kim” ve “Negatif” dergilerini yaptık. Derken 1998’di zannediyorum, dergiler kapatıldı. Milliyet Grubu’na bağlıydı bu arada bu dergiler. Dergiler kapatılınca ben, zaten kitap tanıtımları yazmaya başladığım Milliyet Sanat’a geçiş yaptım. Duygu Hanım dönemindeyken de oraya kitap tanıtımları yazıyordum zaten. O süreçte Milliyet Sanat ekibine dahil oldum, Duygu Asena’nın dergilerinin kapanmasının ardından. O gün bugündür Milliyet Sanat’tayım. 1997’den 2023’e kadar, aralıksız.
Türkiye’deki tüm yayınlar, mecralar arasında Milliyet Sanat dergisinin içerik olarak ve editoryal anlamda durduğu yeri anlatır mısınız?
Sanatın bütün dallarını ve aynı zamanda edebiyatı barındıran -sadece Türkiye’de değil, ben dünyada da çok araştırdım ve bulamadım- tek yayın olması. Yani sanat dergileri vardır; plastik sanatlar üzerine, müzik üzerine, tiyatro üzerine. Artık Türkiye’de çok kalmadı gerçi ama branş branş ayrılan sanat yayınları vardır. Ama sanatın tüm kollarını ve edebiyatı içinde barındıran tek dergi, Milliyet Sanat. Diğer taraftan, yayın ilkelerinden biri, sanatın gazeteciliğini yapmak olan çok özel bir dergi. İlk gününden bugüne kadar, elli yıl boyunca hep sanatın gazeteciliğini yapan kişiler tarafından hazırlanmış ve Türkiye’nin en önemli sanat muhabirlerini, editörlerini yetiştirmiş bir dergi yani öyle hazır malzemeyle değil; kadrosundakilerin sıcak haberlerle katkı sunduğu, sanatın her dalında gündemi takip eden ve sanat gazeteciliği perspektifi üzerinden hazırlanan bir yayın olması en büyük iki ayırıcı özelliği.
“Türkiye’nin Sanat Hafızası – Milliyet Sanat Dergisi 50. Yıl Kitabı” nisan ayında çıktı. Yazarı Evrim Altuğ, editörü ise sizsiniz. Okur bu kitapta neyle karşılaşacak?
Okur bu kitapta elli yıllık bir sanat arşiviyle karşılaşacak. Hem Türkiye’nin hem dünyanın. Gerçekten rüya gibi bir kitap oldu. Bundan elli yıl önceye gitmek, elli yıl önceki kültür-sanat ortamının içine girmek, elli yıl boyunca Türkiye’de ve dünyada olan sanat olaylarını takip etmek, “Aaa! İşte Nuri Bilge Cannes’dan ödül almış, Orhan Pamuk Nobel’i kazanmış, Yaşar Kemal ölmüş, Leyla Erbil “Cüce”yi çıkarmış, Sevgi Soysal köşe yazmış, Dağlarca yeni şiirleriyle Milliyet Sanat’ta yer almış” gibi o kadar çok olay var ki, müthiş bir heyecan duyarak kendi tarihlerini temize çekme fırsatı bulacaklar çünkü ister istemez o sanat olayını okuduğunuz zaman kendi tarihinizle de bir yüzleşme durumunuz oluyor, kendi tarihinizi de hatırlama imkânı buluyorsunuz. Müthiş bir yolculuk, müthiş bir sanat yolculuğu. Ben çok uzun yıllardır editörlük yapıyorum, hayatımın en zorlu ama en keyifli editörlüğüydü diyebilirim. Bir kez daha elli yıllık arşivin içine girdim, doğrusu çıkmak da istemedim. Neticede Evrim Altuğ şahane bir kitap yazdı. Ben bir “kütüphane incisi” diyorum ona. Gerçekten o kadar kıymetli ve özel bir kitap. Bütün sanatsever okurların severek okuyacağını, kütüphanelerinin başköşesine yerleştireceğini düşünüyorum.
BU, TÜRKİYE’YE BORCUMUZDU
Bir ellinci yıl kitabı fikrinin nasıl ortaya çıktığını merak ediyorum. Hazırlık sürecinden de biraz daha bahseder misiniz? Bu kadar kapsamlı bir arşiv çalışmasının, sizin de ifade ettiğiniz gibi, kolay olamayacağı çok açık.
Milliyet Sanat dergisi, geçen sene 29 Eylül’de elli yaşına girdi. Biz ondan bir yıl önce, ellinci yılla ilgili hazırlıklar yapmaya başladık. Birçok çalışma yapıldı Milliyet Sanat’ın ellinci yılıyla ilgili. Konserler düzenledik, Türkiye’nin değişik yerlerinde sergiler açtık, yarışmalar yaptık. Bu projelerden bir tanesi de Milliyet Sanat’ın kitabını yazmak, elli yıllık tarihini anlatmaktı çünkü bu gerçekten çok kıymetli bir şey ve Türkiye’de şu an sanatın son elli yılını anlatan bir başka kaynak kitap yok. Bu, Türkiye’ye borcumuzdu diye düşünüyorum ben aynı zamanda, Türk sanat tarihine de.
Bu kitabın yapılmasını çok istedim. Proje bana aitti fakat kendi mevcut işlerim nedeniyle, o arşivin içine girmem, onları taramam, bu yoğunlukta bir kitabı hazırlamam gerçekten mümkün değildi. Yapabileceğine en inandığım, en güvendiğim, “Zekâsıyla bu işin altından rahat rahat kalkar,” dediğim Evrim Altuğ’a teklif ettim kitabı. O da sağ olsun, beni kırmadı. Bir buçuk yıla yakın çalıştı Evrim, çok uzunca bir süre arşivde kaldı, bütün sayıları tek tek elden geçirdi, notlar aldı, o notları taradı, çok zorlu bir tarama süreci yaşadı. Ama asıl zorluk yazım aşamasında başladı çünkü Evrim her şeyi yazmak istiyordu. Sayfa sayısı da sınırlıydı tabii. Evrim yazıyor, ben kısaltıyorum. Evrim yazıyor, ben kısaltıyorum. Evrim’e sürekli “Ne olur daha kısa yaz. Bak, bu kitap üç bin sayfa olacak. Sonra basamayacağız!” gibi telkinlerde bulundum. Bana editörlük hayatımın en ilginç iltifatlarından birini yaptı bu süreçte Evrim: “Yeni gelini, ocakta yemek pişiren kayınvalide gibisin. O sürekli ocağın altını açıyor, sen de yemek yanmasın diye sürekli kısıyorsun,” diye özetledi editörlüğümü. Velhasıl biz yemeği, yakmadan ortaya çıkardık. Afiyet olsun diyorum.
Emeği geçen diğer isimler kimler oldu?
Kitabın görsel yönetmenliğini yaklaşık yirmi beş yıldır derginin görsel yönetmeni olan Ayla Dündar, kapak tasarımını Utku Lomlu yaptı. Türkiye’nin en önemli kapak tasarımcılarından biridir, biliyorsunuz. Milliyet Arşiv hep arkamızdaydı, Milliyet Fotoğraf Servisi arkamızdaydı. Daha doğrusu, ana kurumumuz olan Milliyet gazetesi her zaman olduğu gibi çok destek verdi bize yani gazete olarak ve Milliyet Sanat ekibi olarak herkesin bir katkısı var kitapta.
ÇOK ACI BIR SANSÜR TARİHİ VAR BU KİTABIN İÇİNDE
Kitap, sosyopolitik atmosfer ve otoriteler ile sanat üretimi, dağıtımı, kültür alanı arasındaki ilişki anlamında da elli yılın panoramasını sunuyor. Bu anlamda sizin için öne çıkan hadiseler neler?
Çok fazla olay var. Sansürle çok uzun yıllar mücadele etmiş Milliyet Sanat yani kitabı okurken boğazıma yumruların düğümlendiği o kadar çok sansür olayı seçip çıkarmıştı ki Evrim; kitaplar yakılmış, kitaplar toplatılmış, yazarlar mahkemelerde süründürülmüş. Bu anlamda çok acı bir sansür tarihi var bu kitabın içinde. Özellikle bunu söylemek isterim.
Hatta Milliyet Sanat’ın da bir sayısının toplatıldığını okuyoruz.
Yılmaz Güney’in olduğu bir kapak. Yılmaz Güney vatan haini ilan edildiği için o dönemlerde, piyasadan bayağı toplatılıyor. Fakat şöyle bir hoşluk oldu, biz bir tür iadeiitibarda bulunduk: Benim yayın yönetmenliği dönemimde yine bir Yılmaz Güney anması için, o toplatılan sayıda kullanılan fotoğraf serisinden bir fotoğrafı seçerek kapağa koydum ve Milliyet Sanat’ı o şekilde bastık. Yani o toplatılan kapak serisinden bir fotoğrafla yıllar sonra basıldı.
Bir sanatçı, eser-performans etrafında dönen bir sürü görüş, olumlu veya olumsuz tepki karşısında kültür-sanat haberciliği prensipleri kritik önemde olsa gerek. Bu bağlamda Milliyet Sanat’ın yayın politikası ne olageldi?
İlk çıktığı günden itibaren birtakım politikalar var. Yayın politikası olarak belirlenmiş kurallar var. Bunlardan hiç sapmadık. Yani Abdi İpekçi dönemindeki Zeynep Oral, Akal Atilla, aynı zamanda Şakir Eczacıbaşı… Bu ekibin birlikte çıkardıkları ilk dönemdeki yayın politikaları neyse hâlâ onlar geçerlidir. “Birincisi, sanatın gazeteciliği yapılacak. İkincisi, Türkiye’nin dört bir yanından sanat haberlerine yer verilecek, aynı zamanda dünyadan haberler de olacak. Ürün kullanılmayacak yani öykü basmak, şiir basmak olmayacak. Her zaman sanatla ilgili haber verecek, okuru Türkiye’de ve dünyada olan sanat olaylarından haberdar edecek. Tarafsız bir yayın olacak” şeklinde yayın ilkelerine her zaman bağlı kaldı Milliyet Sanat.
Bu tarafsız haberlerin yanı sıra eleştiriler de hep vardı, değil mi? Önemli kalemler yer aldı.
Tabii, Türkiye’de eleştirinin kalelerinden bir tanesi Milliyet Sanat dergisi. İster edebiyat alanında olsun ister tiyatroda olsun, sinemada olsun, çok ama çok önemli eleştirmen kalemleri elli yıl boyunca bünyesinde ağırlamış, hâlâ da ağırlamaya devam ediyor. Eleştiri türünün en güzel örneklerini vermiş bir dergi Milliyet Sanat yani öyle bir ahbap-çavuş ilişkisi, “Bizim bir arkadaşın eseri çıkmış, bir şey yapalım”, hiçbir zaman böyle bir şey olmamış. Her zaman sanattan ve okurdan yana tarafsız bir görüşü olmuş; eleştirilmesi gereken bütün eserleri de hakkını vererek sonuna kadar eleştirmiş.
Bu noktada, kitaptan Abdi İpekçi’nin şu sözlerini alıntılamam isabetli olacak:
Haber, gazetenin namusudur. Eğilimlerimiz, inançlarımız ne olursa olsun olayları gerçeğe tamamen uygun bir biçimde yansıtmalıyız. İsteyen; makalesinde, yazısında yorumunda, fıkrasında, karikatüründe istediğini söyleyebilmeli, çizebilmeli. Ama kişisel görüşler, eğilimler, istekler haberlere asla karıştırılmamalı. Ve olaylar tek yanlı yansıtılmamalı. İnandığım düşünce özgürlüğünü, gazetede gerçekleştirmeye devam ediyorum. Sınırın, olanakların izin verdiği oranda geniş tutmaya çalıştığım bu özgürlüğü, her görüş sahibine tanımaya önem veriyorum. Çünkü düşünce özgürlüğü gibi inandığım bir ilke, ‘çoğulcu demokrasi’dir.
DERİNLEMESİNE ANALİZİN KEYFİNİ YAŞATMAYA ÇALIŞARAK DEVAM EDİYORUZ
Haber ve bilgi paylaşımı, gerçeklik, çeşitlilik, çoğulculuk ve özgürlük; İpekçi’nin döneminden farklı olarak bugün “internet” başlığı altında da tartıştığımız konular. Dergiciliğin, internetle eklemlenirken aynı zamanda internet kültürünün karşısında konumlanan bir misyonu var mı?
Öncelikle şunu söylemek istiyorum, Abdi Bey’den yaptığınız alıntı çok kıymetli bir alıntı. Benim gazeteciliğe bakış açımın da kaynağını aldığı bir alıntıdır bu. İki yıldır Mimar Sinan Üniversitesi öğrencilerine seçmeli ders olarak Sanat Gazeteciliği dersi veriyorum ve Abdi Bey’in bütün bu anlattıklarını derslerde anlatıyorum. Hepsi çok kıymetli öğretilerdir o seçtiğiniz alıntıda ve aynı şekilde, Abdi Bey’in yönergeleriyle Milliyet Sanat dergisi çıkmaya devam ediyor. Bunu özellikle belirtmek isterim.
İkincisi, farklı yayın yönetmenleriyle farklı dönemler geçirdi Milliyet Sanat. Zeynep Oral-Akal Atilla dönemi kuruluş dönemi. Ardından Tuğrul Eryılmaz’ın yayın yönetmeni olduğu dönemde popüler olanla olmayan arasında ayrım yapmayan bir dergi formatında çıktı. O, dergiye yenilikler getirdi; küçük boydu, büyüktü, Amerikan cilt yaptırdı yani mizanpajda ve üslupta birtakım değişiklikler oldu. 2008’de bana sıra geldiğinde artık internet, hayatımızın içine fazlasıyla girmişti. Bir gün bir okur Facebook’ta Milliyet Sanat okurları diye bir grup kurdu, Facebook’ta ilk grubumuzu bir okurumuz kurdu ve binlerce insan o gruba üye oldu, uzun yıllar devam etti. Derken web sitesi kurma gerekliliği duyduk, web sitemizi kurduk; sosyal medya geliştikçe Instagram’da ve Twitter’da da var olmamız gerektiğini anladık, onları da yaptık yani bu çerçevedeki gelişmelerin hiçbirinden ayrı tutmadık Milliyet Sanat’ı. Şimdi, çok fazla kültür-sanat portalı var internette. Ben onları haber kaynağı olarak da kullanıyorum, okur olarak da önemsiyorum. Ama genel olarak internetteki o bilgi kirliliğinin karşısında, çok sağlam bir duruşumuz var. Basılı yayından geldiğimiz için internette de aynı mantığı güdüyoruz. İnternet yayıncılığında da yanlış bilgiye -zaten yanlış haber yoktur, yalan haber vardır- asla girmeden ve artık kısa kısa kelimelerle insanların birbirleriyle anlaştığı dönemde, derinlemesine analizin keyfini yaşatmaya çalışarak devam ediyoruz.
Teşekkür ederim yanıtlarınız için. “Türkiye’nin Sanat Hafızası” veya Milliyet Sanat’la ilgili son olarak eklemek istedikleriniz neler olur?
Sadece şöyle bir örnek vereyim: Sanatla ilgilenen herkesin başucu kitaplarından biri E. H. Gombrich’in Sanatın Öyküsü’dür. Ben artık Türkiye’den, o kitabın yanına Milliyet Sanat’ı da (Türkiye’nin Sanat Hafızası – Milliyet Sanat Dergisi 50. Yıl Kitabı) koymak istiyorum. Kitabı alıp okuduklarında ne demek istediğimi anlayacaklar çünkü müthiş bir bilgi birikimi, müthiş bir hafıza ve çok keyif alacakları, çok şey öğrenecekleri bir kitapla karşılaşacaklar. Umarım okuru bol olur.