Nancy Atakan’ın nakış işleri: “Kadınlar, atfedilen rolleri kullanarak da seslerini ve hikâyelerini ortaya koyabilir”
Pi Artworks, Nancy Atakan’ın sekizinci kişisel sergisi “Zamanın Kokusu”na ev sahipliği yapıyor. Sanatçının nakış işlerinin ve onlara ilham olan suluboyalarının bir arada görüldüğü sergi, bireyin zaman deneyimi ışığında yaşantıyı yeniden ele almasını ve hayal etmesini konu alıyor.
Atakan’ın görsel iletişim dili, tarihsel, kültürel ve toplumsal değişimlerin zihinde yer edinen ve bedende izleri okunabilen etkilerinden yararlanarak, geçmişe dair ve geleceği şekillendiren imgeleri birbiriyle yan yana getiriyor. 1969’dan bu yana İstanbul’da yaşayan Amerikalı sanatçı ile hem son sergisini hem de sanatsal yolculuğunu konuştuk.
Eserlerinizde kimlik, hafıza, toplumsal cinsiyet ve cinsiyet eşitliği konularını da ele alıyorsunuz. Bu süreç hakkında bilgi verebilir misiniz?
Yaşadığım deneyimler ve olaylar, hangi konunun ne zaman önem kazandığını belirliyor sanki. Çizgisel değil. Döngüsel de değil. Tam da rastgele değil. Tek tek bu konulara bakmak istiyorum:
Kimlik konusu; galiba en az kimlik konusunu ele aldım. Belki en iyi örnek 2009 yılında yaptığım video, “Dediğiniz Gibi Değilim“. Ben, İstanbul’un bir gri sonbahar gününün içinden görünen bir camın yanında kadınların kullandığı makyaj masasının aynasının önünde durup aynaya bakıyorum. Tek tek değişik güç simgesi imgelerine bakıp yana bırakıyorum. Anlaşılıyor ki ne çocuklukta gittiğim kilisesinin doğması ne aynadaki yansımam ne de yerleştiğim ülkenin inançları beni tanımlıyor. Ben dediğiniz gibi değilim. Annemin dediği gibi de hiç olamadım. Sokakta beni görüp sınıflandırdığı gibi de değilim.
Kadınla ilgili; cinsiyet konusu tam doğru terim mi? Daha çok her kadının ilgilendiği konularla ilgileniyor sanki. Birkaç örnek verelim: 2001 dijital baskı olan Sessiz Çığlık. Kadınların seslerinin duyulmaması, susturuldukları durumun verdiği derin yarısı gösteren imgeler. 2016 yılında Atfedilen videosunda tekrar bu konuya dönüyorum. İki benzer kadın derin bir çukurda oturup nakış işliyorlar. Bir an avaz bağıran bildikleri kadar beraber bağırıp tekrar nakışlarına dönüyorlar. Ama ne varsa. Atfedilen rolleri kullanarak da kadınlar sesleri ve hikâyeleri ortaya çıkarabilirler.
Toplumda kadın; 2020’deki Sembolik Devrim adlı nakış çalışmamda, kadınların vücutları Cumhuriyetin, batılılaşmanın ve modernleşmenin sembolü olarak kullanıldı. Siyasi kadınlar, ulusal öğretmenler, cinsiyetsiz Marksist kadınlar, medeni kadınlar, medeni eşler, yoldaşlar, özverili kadınlar, vatansever anneler ve eşler, çalışan kadınlar, profesyonel kadınlar, eğitimli burjuva kadınlar olarak kutuplaştırıldılar ve nesneleştirildiler… Ve şimdi? Bu liste uzamaya devam ediyor.
Hafıza; bu ara doğrudan değilse de daha çok hafıza ile ilgileniyorum. Aklıma gelen ilk çalışmam da Kalliopi Lemos ile yaptığım 2020 videosu, Necklace of Time (Zaman Kolyesi).
Lemos ve ben, ritüel benzeri bir performans yaparak şiirsel bir dünyaya girdik. Osmanlı tasarımlarına atıfta bulunan ve Bizans zırhını anımsatan renkli mücevherlerle süslenmiş ağır altın kolyelerin pırıltılı taşlarını çıkarıp yerlerine, yaşadıklarımızı ve deneyimlerimizi simgeleyen doğum, aşk, dostluk ve evlilik gibi küçük işlemeli kelimeleri yerleştirdik. Böylelikle, belli yaşta olan iki sanatçı olarak geçmiş hayatımızı gözden geçirirken ölümle yüzleştik. Yeni nesillere hikâyemizi hediye ettik.
Bir röportajınızda ”Tarih boyunca resim, erkek egemen bir teknik olmuştur” demiştiniz. Bu gelenek hâlâ sürüyor mu? Geleneği yıkmayı başardınız mı?
1990-95 yılları arasında doktora tezimi yazarken bu karara vardım. Yağlıboya ve akrilik boya ve suluboya resim yapmayı bıraktım. Hem tarihte yağlıboya geleneğinde kadının yeri az hem de daha çok yenilik denemek istemiştim. Önce video yapmaya başlamıştım. Sonra dijital baskının imkânlarını denemek çok cazip geldi. Enstalasyon ilgimi çekti. Her zaman benim için fikir ön plandaydı. Söylemek istediğim sözün doğrultusunda her türlü teknik ve malzemeyi denemeye başladım. Şimdi ise imge ve söz arasındaki ilişkiyi araştırmaya devam ediyorum ve daha çok nakış yapıyorum.
Bence bugün yağlıboya yapan çok etkileyici kadın sanatçılar var. Erkek egemen geleneği kırmayı boya yapan kadınlar başardılar. Sanatta her konuda kadınlar kuvvetli.
Hiç sergilenmeyen suluboya resmimi depodan çıkartıp bu sergide sunmaya karar verdim. Eskiden yaptığım resimlerimi hatırladığımdan güçlü buldum. Çizimi hiç bırakmadım ve nakış ile de çizime devam ediyorum ama yeni suluboya resimler yapmayı düşünmüyorum. Çok sayıda eski resmim var. Onlarla yetinmeyi düşünüyorum. Şimdilik kumaş kolajlarla ilgileniyorum.
Daha çok kadına dokunuş olan ”nakış” ile tanışmanızdan söz edebilir misiniz? Eserlerinizde kadını ve kadının dokunuşlarını ön plana çıkartmak istiyorsunuz diye düşünüyorum. Böyle bir gerçeklikten söz edebilir miyiz?
Evet, eserlerimde kadını ve kadın dokunuşlarını ön plana çıkartmak istiyorum. İstanbul’a 1969 yılında gelir gelmez ufak çapta da olsa eski ve antika kumaşlar toplamaya başlamıştım. Bu güzel yapıtlar müzelerde olmalı diye düşünüyorum ama maalesef daha çok sandıklarda saklanıyorlar. Kayınvalidem, annesinin yaptığı çok sayıda dantel ve nakış parçasını miras bıraktı. Onları ilham alarak, 1999 yılında Leyla Nine’nin Çarşafları adında dijital fotoğraf işimi yapmıştım. Ailenin yaşlı kadınlarının sandıkta sakladıkları dantellerden 2004 yılında Grandmother’s Lace (Büyükannenin Danteli) videosunu yaptım. Videoyu sandık içinde enstalasyon olarak sundum.
İlk nakış kullanmaya başladığımda çok iyi nakış bilen Olgunlaştırma Enstitüsü’nden emekli öğretmenler veya Halk Eğitim merkezlerindeki hanımlarla çalıştım. Desen çizip dijital olarak kumaşa bastırdıktan sonra onlar, iplikler kullanarak çizgilerin üzerinden geçip dikiyorlardı. 2017 yılında Pi Artworks’deki “Çizgiler Camiası” sergisiyle kendim dikmeye başladım. Araştırma yaparken, Cumhuriyetin ilk profesyonel kadınlarının babalarını örnek aldığını gördüm. Bu sergi için Osmanlı döneminde doğup Cumhuriyet döneminde yaşayan kadınların annelerinin kim olduğunu sordum. Annelerin ve kızların hikâyelerini birleştirerek nakışlarla mendil boyutunda kumaş parçalarından eserler yaptım.
Eserlerinizde kadın hikâyeleri yakalıyorsunuz, bu serginizde yine böyle bir eser var mı?
Bu sergi daha çok kendi hikâyem. Anneannem hayatımda önemli rol oynadı. 2020 yılında yaptığım Challinging Cliché 3′” (Düğün Yeminli Yorgan), 1940’lı yıllarda onun annesinin ve babasının düğün hediyesi olarak yaptığı geleneksel Amerikan yorganını arka planda kullandığım bir çalışma. Üzerine aile fotoğrafları ve evlilik yeminlerinden sözleri nakış yaparak işledim.
Türkiye’de yaşayan Amerikalı bir sanatçı olmak nasıl bir farklılık yaratıyor?
İnsanların sınıflandırılmalarından hoşlanmıyorum. Belki farkında olmadan herkes yapıyor ama ben yapmamaya çalışıyorum. Kendimi Amerikalı sanatçı olarak tanımlayamıyorum. 1969 yılında 21 yaşındayken Türkiye’ye taşındım. Bir daha uzun zaman ABD’de oturmadım. Orada hiç ders vermedim, hiç çalışmadım. Lisansımı orada tamamladıktan sonra yüksek lisansımı Boğaziçi Üniversitesi’nde tamamladım. Doktoramı ise Mimar Sinan Üniversitesi’nde yaptım. Türk çağdaş sanatı üzerine iki kitabım yayımlandı. Sayısız Türk öğrenci yetiştirdim. 1975’te Beyoğlu’nda ders vermeye başladım ve 2002’de emekli oluncaya kadar değişik okullarda ders vermeye devam ettim. Burada sürekli sergilere katıldım. Kökenimi yadsımıyorum. ABD’de doğup büyüdüm ama şimdi buralıyım. Burada sanat tarihinde yerim var. Bu konuda, Eskişehir’deki Odunpazarı Modern Müze’de düzenlenen “Maziye Bakma Mevzu Derin” başlıklı karma sergide yer alan “Buralı” (From Here) işimi referans olarak alabilirsin.
Serginiz bize tam olarak ne anlatıyor?
Bence basın bülteni bu soruyu çok güzel cevaplıyor. Ama özetle, zaman konusu çok gizemli, anlaşılmaz ve kaygan. Hem çok şey gösterir hem de somut hiçbir şey göstermez. İnsanın yarattığı değişken bir kavramdır. Zaman var ise ki olmayabilir zamanla da değişir. Saat, insanların kullandığı her nesne gibi tarih boyunca değişti ve bir devrin toplumsal anlamını taşıyor.
Kısacası geçmişe bakıp o dönem bazı işleri ne düşünerek yaptığımı bulmaya çalışıyordum. Zaman, her şeyi bulanık hale getiriyor ve değiştiriyor. Hikâyeye dönüşüyor. Geçmiş, şimdi ve gelecek üst üste geldiğinde yeni hikâyeler ortaya çıkıyor.
Belge toplamaya ne zaman başladınız? Belgelerin eserlerinizdeki izdüşümleri hakkında bilgi verebilir misiniz?
Belge toplamak benim için yeni değil. 1980’li yıllarda başlayıp her şey dijital olana kadar gazetelerden ve dergilerden sanat üzerine yazılan bulduğum her metni kesip dosyaladım. Atölyemde yardım edenler baktığında çok sevindi çünkü sonsuz bir işti. 80’li, 90’lı yıllarda ders verirken de sınıflarda kullandım. Şimdi ise depoda sararmış halde duruyorlar.
Ayrıca 1990-95 yılları arasında doktora tezimi yazarken bir yandan da “Sanat nedir?” diye soruyordum kendime. Sanatın ne olduğunu belki hâlâ sorguluyorum ama sanatın nesnesinin bir nevi belge olduğunu karar verdim. 1994’te yapılan ve 2012 yılında yenilenen video için bu metni yazdım:
Belge,
Belgeyi belgeliyorum,
Biri belgemi belgeliyor,
Belgeler belgeleniyor,
Benim belgem, bir belge, bizim belgemizdir,
Belge belgelendi.