Yeditepe Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo, Sinema - TV Bölümü mezunu. Uluslararası Basın Enstitüsü’nde gazetecilik eğitimi aldı. Bahçeşehir Üniversitesi'nde Küresel Siyaset ve Uluslararası İlişkiler alanında yüksek lisans yaptı. Gazeteciliğe Mediacat dergisinde başladı. Hürriyet İnternet Grubu’nda editörlük yaptı, sitenin sosyal medya hesaplarını yönetti ve Yenibiriş Dünyası dergisini hazırladı. Yasakmeyve dergisinin Yazı İşleri Müdürlüğünü görevinde de bulunan Ercan, Varlık ve Sıcak Nal edebiyat dergileri için söyleşiler de yaptı. Babası Enver Ercan için “Enver Ercan: Sen Sözcüğün Tekisin” ve “Enver Ercan: Ben Şiirimi Yazarım, Sonsuzluk Varsa Gider” başlıklı iki kitap hazırlayan Ercan, biri Avusturya’da “Muhsin Akgün – “5”; biri Türkiye’deki Avusturya Konsolosluğu’nda “Ulaş Tosun - Permanently Temporary” olmak üzere iki serginin proje yöneticiliğini yaptı. Kadir Has Üniversitesi’nde uzun yıllar dijital iletişim alanında çalıştı. Yine aynı üniversite bünyesinde Modern Türk Edebiyatı Sempozyumları düzenledi. Ercan, son olarak Mikroscope dergisinde Yayın Koordinatörü olarak görev yapmaktadır.

Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler hız kesmeden devam ediyor.  3. Dünya Savaşı Ortadoğu’dan mı başlıyor, sorusunun akıllardan çıkmadığı günlerden geçiyoruz. İran’ın İsrail’e ne zaman saldıracağı ise hepimizin gündeminde yer alıyor. Kadir Has Üniversitesi öğretim üyesi, CATS araştırmacısı, Ortadoğu uzmanı Doç. Dr. Salih Bıçakcı ile bölgede yaşananları ve olası sonuçlarını konuştuk.

 

Salih Hocam merhaba, Ortadoğu’da çok sıcak gelişmeler yaşanıyor. Bu yaşananlara baktığımızda, bu sizce neyin inşası? Ne yapılmak isteniyor?

Ortadoğu’da yaşananlara baktığınızda ne gördüğünüz, bölgenin neresinde olduğunuzla bağıntılıdır. Ortadoğu Arap ayaklanmasından bu yana büyük bir yıkımla birlikte, yeni umutlarla eski molozların üzerine yapılmış inşaatlar görüyoruz. Biraz açmam gerekirse, demografik malzemeye bakıldığında yaşlı coğrafyanın hızla dönüşen dünyaya ayak uydurmak isteyen birçok ülkeye göre genç bir nüfusu var. Bu gençler çaresizlik içinde, eski (Soğuk Savaş Dönemi) liderlerinden nefret ettikleri için onları devirerek başa geçen günümüzün yeni (yaşlı) liderlerine hayretle bakıyorlar. Gençler aynı zamanda bu yeni yaşlı liderlerinin gerçekliğini ve dünya algısını anlamaya çalışıyorlar. Öbür yanda krallıklar ve emirlikler başka bir dünya hayali ve kurgusu içinde değişimi başlatırken hür ve adil bir yaşamın hiçe sayıldığı düzenler kuruyorlar. 

Suriye, Irak, Yemen, Libya, Lübnan, Filistin gibi ülkelerde çatışma ya devam ediyor ya da çatışmanın ateşi henüz sönmüş. Yıkılmış devlet yapıları ve bir türlü yenisini inşa edememiş toplumlar var. Çok açık bir şekilde alternatif yokluğu, muhalefetin kurulamaması bütün Ortadoğu’yu etkiliyor. İkinci Soğuk Savaş Dönemi’ne girerken kırılgan ve polarize olmuş, gelirin eşit dağılmadığı, işsizliğin, güvensizliğin hâkim olduğu, kendi iktidarlarının sürmesi için gerçekliği bükmeye çalışan liderlerin hâkim olduğu bir bölge inşa ediliyor. 

 

GENÇLER ÖLMEKLE BİR TUTAM UMUT ARASINDA YAŞIYORLAR 

Bölgedeki gençlerin durumunu nasıl görüyorsunuz?

Üretimin düşük ya da fosil yakıtlara bağlı olduğu, kültürel ve sosyal ağların varlığı sayesinde ayakta kalabilen bu coğrafya da işsizlik hızlıca derin bir fakirliğe ve çaresizliğe dönüşüyor. Gençlerin ellerindeki tek umut, başka ülkelerde yaşayabilme hayali. Ölmekle, bir tutam umut arasında yaşıyorlar. 

Öte yandan savaşlar/çatışmalar önce çocukların ardından kadınların varlığını temelden sarsıyor ve örseliyor. Toplumların kutuplaşması ve birbirine güvensizliği önlenemez biçimde artıyor. Belirsizlik güvensizlikle birleşince karanlık bir gelecek kurgusu herkesi derinden yakalıyor. Bu da ölüme övgüler düzülmesini kolaylaştırıyor. Özgürce yaşamak için ölmek gerektiğini anlatan bir şarkı sık sık söyleniyor. 

 

ORTADOĞU’YA BARIŞIN GELMESİ ÇOK MÜMKÜN DEĞİL

Ortadoğu’ya bir gün barışın gelmesi mümkün mü?

Ortadoğu’da barışçıl ve insancıl bir yapı görebilmek, bu noktada neredeyse mümkün gözükmüyor. Eğer II. Soğuk Savaş geliyorsa, parçalanmışlığın bir lokomotifin ardından gitmeyi gerektirecek bölünmelerle yaşanacağını zannediyorum. ABD ile Çin arasında olacaksa, bu beraberinde iki farklı ülke arasında bir tercih yapmayı gerektirebilir. Tarafsızlık gelişen teknolojiyle birlikte ilk Soğuk Savaş’tan daha zor biçimde kendini gösterebilir. 

 

Ortadoğu’daki yakın geleceği nasıl görüyorsunuz? 

Ortadoğu’da ülkelere odaklanırsak sahanın problemlerini daha net olarak görürüz. Suriye’ye bakarsanız, Rusya, Türkiye, ABD ve İran’ın elini çekmeden ülkede bir denge ve güvenlik inşa etmek sanıldığı gibi kolay olmayacaktır. Bütün iyi ihtimalleri bile düşünseniz, Suriye’nin yeniden inşası ve iskânı için devasa bir yatırım ve efor gerekmektedir. Hangi ülke ya da ittifak bunu sağlamaya hazırdır? Irak yıllar sonra İran, Türkiye ve ABD yüzünden hâlâ istediği dengeye kavuşamamıştır. Bozulan toplumsal dayanışmanın ve dokunun uzun yıllar süren çatışma ortamı sonrasında oluşan güç noktalarını normalize ederek, yeni homojenik bir yapıya dönüşmesi sanıldığından daha çok zaman alacaktır. Öte yandan iç savaş sonrasında belirli bir huzur ortamı sağlanmasına rağmen, Lübnan’da parçalanmışlığının önüne geçmek ve toplumsal güveni inşa etmek de yakın gelecekte mümkün gözükmemektedir. Mısır ile Ürdün’ün ekonomik çıkmazlarının gün geçtikçe derinleştiğine şahit oluyoruz. 

 

İSRAİL’İN GAZZE’YE SALDIRILARI DRAM NİTELİĞİNDE 

İsrail’in Netanyahu önderliğinde toplanan sağcı ve dindar karakterli koalisyon hükümetinin 7 Ekim Hamas saldırısı sonrasında Gazze’ye başlattığı harekâtla ortaya çıkan dram gün geçtikçe ağırlaşmaktadır. İnsanlığın yüzünü kızartan kayıtlar ve insan hakları ihlalleri bu harekât insanlık tarihinin en karanlık olayları arasındaki yerini garantilemiştir. Gazze’deki Filistin demografisini neredeyse yok olacak seviyeye getirerek, herhangi bir çözüm sürecini ortadan kaldıran bir tavır sergileyen Netanyahu hükümeti kendisini kurtaracak bir başarı hikâyesi ya da çıkış stratejisi aramaktadır. 

Peki, Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri bu çatışmalardan nasıl etkileniyor?

Bütün bu çatışmalardan kısmen uzak duran Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkeleri kendi gerçeklikleriyle çatışmalara karışmamaya çalışsalar da her şekilde etkilerini hissettikleri ortadadır. Coğrafi gerçekliğin dramı ile değişim sancıları arasında sıkışıp kaldıklarını görüyoruz. Bir yanda yok olan Filistin öte yanda imzalanmış İbrahimi anlaşmalar. 

Son nokta olarak ekonomik problemlerin içine sıkışıp kalmış, rejimi korumak için her türlü çareyi deneyen İran’daki Cumhurbaşkanlığı değişimi de hayal edilenleri sunmaktan çok uzaktadır. Kendi kapasitesinin ötesinde operasyonlar yaparak bir yandan Sepah’ın ülke içindeki gücünü dengelemeye çalışmak, öte yandan bu stratejilerin maliyetlerine katlanmak çok rasyonel görünmemektedir.

 

Türkiye tüm bu yaşananların tam olarak neresinde? Etkileneceğini düşünüyor musunuz?

Keşke Türkiye tüm bu yaşananlara karşı kendisini izole edebilecek bir politika takip ediyor diyebilseydim. Son 15 yılını, Ortadoğu’da söz sahibi olabilmenin, problemlerin ortasında olmaktan geçtiğini düşünen bu yüzden kapasitesinin ötesinde operasyonlarını büyütmüş bir ülke olarak ikinci Soğuk Savaş dönemine giriyoruz. Hayal edilenlerin, hararetli nutuklarda anlatıların, sahadaki gerçeklikle ne denli örtüşmediğini anlatmak için zaman zaman kelimeler kifayetsiz kalıyor. 

 

BÜYÜK İDDİALARDAN KAÇINMAZSAK İŞİMİZ ÇOK ZOR

Ortadoğu’da bütün problemler ilgili bütün aktörlerle konuşularak çözülmüyor maalesef. Bu yüzden Türkiye, İran’daki ekonomik krizden, Irak’taki yönetimin inşa edemediği toplumdan, Suriye’deki kendince haklı olarak yürüttüğü operasyondan ve Lübnan’daki çatlamış yapıdan ekonomik ve politik olarak etkilenmektedir. Filistin meselesine o kadar taraflı olarak sahip çıktığı için artık arabuluculuk vasfını bile yitirmiştir. İsrail’le bu durumdan dolayı ilişkileri kopma noktasına gelmiştir. Bütün bunların Transatlantik ve AB ilişkilerinde etkileri olmaya başlamıştır. Ayrıca Akdeniz politikamıza etkilerini de unutmamak gerekir. Büyük iddiaların diplomasinin manevra alanını ne kadar kısıtladığını düşünmezsek, çok yakında kendimizi istemediğimiz çatışmaların ortasında bulmamız içten bile değil. 

Ekonomik kısıtlarımızla Ortadoğu ticaretimizin son bulması aynı noktada kesişirse içine düşeceğimiz durumu hayal etmek, gerçekten güç olacaktır. Bölgedeki olası savaş ihtimalleri artarken uluslararası ittifaklarımızın da bizi yeterince koruyamayacağını tahmin etmek çok zor olmasa gerek. Bu yüzden Türkiye son dönemeçte, kendi kendini kündeye getirecek stratejiler yerine, uzun uzun düşünülmüş, kısa hamleli, inisiyatif alan, manevra alanımızı genişleten ve nevi şahsına münhasır bir dış politika izlemek zorundadır.