Boşanmış bir çift olan Silvia ve Martin’in öyküde kızları Sara’nın ağır bir meselesiyle yüzleşmeleri gerekiyor. Tabii okur olarak bizim de.
Sara’nın meselesi ilk bakışta herkesin kolayca kabul edebileceği gibi sıradan değil. Çünkü Sara kuşları canlı olarak yiyor. Üstelik dışarıdan bakıldığında bir tuhaflık olsa da, kendisi halinden oldukça memnun, ayrıca sağlığı da pek yerinde, yüzüne renk gelmiş, saçları parlamış pırıl pırıl bir ergen. Belli ki anne Silvia bir süre tek başına Sara’yla uğraşmış ama artık gücü kalmamış. Öykü burada başlıyor Sara’yı babasına bırakıyor, birkaç gün kızının beslenmesi için eve canlı serçe servisine devam etse de, sonunda sağlığını kaybediyor ya da ortadan kayboluyor, belki de kaçıyor. Bunu bilemiyoruz ancak tahmin ediyoruz. Buradan itibaren Martin bu meseleyle tek başına yüzleşmek zorunda, okur olarak biz de kendimizle yüzleşiyoruz elbette. Normal nedir, diye soruyoruz kendimize. Bir kuşu pişirerek, üstüne üstlük soslayarak yemek normal de, çiğ yemek mi anormal…
Normal olmayana bir de anormal diyerek farklı bir sözcükle farklı bir kalıp yapmayı da ihmal etmemişiz. Böyle anormal durumlarla karşılaştığımızda bizler de kabullenme ya da reddetme durumuna gelene dek sorgulama, çaresizlik gibi farklı duygu durumlarından geçiyoruz, bu yüzden Martin’i defalarca okudukça yakalıyoruz ipuçlarını. Yakaladıkça da oldukça tanıdık geliyor.
Samantha Schweblin Arjantinli bir yazar. Sinemacılık eğitiminin etkileri öykülerinde, özellikle Türkçede yayımlanan ikinci kitabı “Kurtarma Mesafesi”nde açıkça hissediliyor. “Ağızdaki Kuşlar”da da kısa bir öyküde büyük bir konuyu anlatmayı başarmakla kalmıyor, bunu öyle çarpıcı sunuyor ki okur olarak biz de çarpılıyoruz.
Her iyi yazılmış öyküde olduğu gibi yine konuşurken videoda dile getiremediğimiz pek çok ayrıntı kaldı maalesef.
Ağızdaki Kuşlar, Samantha Schweblin,
Çeviren: Emrah İnce
Kapak Tasarım: Utku Lomlu
Can Yayınları