Bu sayıda sizlere dev gibi bir öykü seçtik. Ingeborg Bachmann’dan ‘Gomore’ye Bir Adım.’ Yazarın felsefe, psikoloji ve üstüne üstlük bir de dil eğitimi olunca ortaya tabii böyle güçlü bir öykünün çıkması şaşırtıcı değil.
Piyanist olan Charlotte’nin evinde verdiği parti gecenin sonunda bitip herkes gittikten sonra içlerinden genç bir kız gitmemekte ısrar eder. Mara’dan, yani müzik öğrencisi olan bu kızdan rahatsızlık duysa da, Charlotte bir yandan da karşı koyamaz. İki kadının birlikte geçirdikleri uzun bir geceyi okurken bir yandan da ilişkiler arasındaki güç dengesi/dengesizliklerinin de nasıl kolayca evrildiğini, varoluş meselelerini, gidilecek yolları, yapılamayanları izleriz.
Bu defa süremizi bayağı uzattık zorunlu olarak. Aslında saatlerce, döne döne her yaşta okunması gereken bir öykü bu. Neredeyse ‘kutsal öyküyü’ yazmış Bachmann.
“Şu kadın soyu ne olur bir kez daha bir meyveye el uzatabilse, bir kez daha gazap duygusu uyandırabilse, bir kez daha kendi yeryüzünü belirleyebilseydi! Bir başka uyanışı, bir başka utancı yaşayabilseydi! Bu soy, son biçimini kazanmış sayılmazdı kesinlikle. Olanaklar tüketilmemişti henüz. Meyve asla elden çıkarılmış, henüz elden çıkarılmış değildi. Birbirine eşdeğer tüm meyvelerin burcu burcu kokusu havada süzülüyordu. Başka bilişlere ulaşabilirdi insan. Charlotte özgürdü. Öylesine özgürdü ki, bir kez daha ayartılabilirdi. Büyük bir ayartıyı yaşamak, kendisinden önce böyle bir şeyin sonuçlarına nasıl katlanılmışsa, kendisi de söz konusu ayartının sonuçlarına katlanmak ve bu yüzden lanetlenmek istiyordu.”
Evet, öykü bize dolu dolu şeyler söylese de, içinden cımbızla bir tanesini seçsek şu olurdu; Kadının dilinde de, erkeğin dilinde de sorunlar var. Bu yüzden yeni bir dil bulmak gerekiyor. Hâlâ.