Bozdoğan Kemeri, Pantokrator Manastır Kilisesi (Zeyrek Cami) ve Fatih Cami’nin gölgelerinin düştüğü Fatih’te, tarihî bir semtte hayata "Merhaba," demiş. Sonra Kız Kulesi'nin üzerinde çığlık çığlığa uçuşan martılarla sohbet ederek ve o martıları bulutlarla konuşturarak büyüdü Üsküdar’da.
Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezun oldu. Avukatlık ve son yıllarda arabuluculuk yapıyor. Yıllar geçtikçe ve insana dair olanı gördükçe “HİKÂYE”den bir hayatta yaşadığımızı anladı. Bu “hikâyeden hayatın”, kendince hikâyesini yazmayı seviyor.

Kendinizi tanıtabilir misiniz?

Ben İzmir’de doğdum.1966 yılında Üsküdar Amerikan Kız Lisesi’nden, 1971 yılında Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Resim bölümünden mezun oldum.1983 yılında British Council Bursunu kazanarak İngiltere’ye gittim. Londra Üniversitesi “Goldsmiths” College’de Seramik Yüksek Lisansı ve ardından Tekstil Yüksek Lisansı yaptım. 1998 yılında New York Harlem’ de, 2002 yılında Beyoğlu’nda Galeri X ‘i kurdum.1970’lerden beri yurtiçi ve yurt dışında kişisel ve karma sergiler açtım. 1977’den beri Mevlana Celaleddin Rumi’nin felsefesinden etkilendim ve Sufizim’den esinlenerek farklı teknik ve malzemelerle “Mistik Döngü” temalı soyut yapıtlar yaptım. 2002 yılından beri “Ekim Geçidi” sergi projesini sanatçı arkadaşlarımla yürütüyoruz.

1882 yılında açılan  ve sadece erkek öğrencilerin eğitim görebildiği  ve günümüzde Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi olarak sanat eğitimi veren Sanayi-i  Nefise Mektebi’nin yanı sıra – II.Meşrutiyet Döneminde kadın algısının sanata yansımasının bir sonucu ilk Türk kadın ressamımız Mihri  Müşfik Hanımın öncülüğünde 1 Kasım 1924 yılında  kadın öğrencilere sanat eğitimi vermek üzere İnas Sanayi-i Nefise Mektebi’nin kadınlara sanat eğitimi vermek üzere açılması ile kadınlar sanat eğitimi almaya başlamışlar. Önce resim sonra heykel sanatında kadın sanatçılarımız yetişmiş. Sizin Güzel Sanatlar Akademisinde eğitim aldığınız yıllarda kadın sanatçılar görsel sanat dünyasının içinde neredeydi?

1966 yılında Güzel Sanatlar Akademisine birincilikle girdim.1971 senesinde birincilikle bitirdim. O yıllarda çok önemli bir olaydı. Buradan da anlayacağımız gibi kadın sanatçılar erkeklerle eşittik. Fakat zaman zaman kadın sanatçıların yarışmalarda derece alması bazı hocalarımızı ve diğerlerini rahatsız ettiğini görebiliyorduk. Örneğin ben akademide üçüncü sınıfta iken, Üsküdar Amerikan Lisesi’nden bir arkadaşımın Bursa’da Belediye Başkanı olan babasının teşviki ile Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosu’nun fuayesindeki galeride bir resim sergisi açtım. Hocalarımızın birinden herkesin içinde anlayamadığım bir eleştiri aldım. O yıllarda Bursa’da o günlerde kadınların çoğu yalnız başlarına sokağa çıkmazlarmış, dolayısıyla sergiye de hiç kadın gelmedi. Genç bir kadının sergi açmasının eleştirilmesine üzülmüştüm. Daha sonraki yıllarda da bunun benzerlerini yaşadık. Akademide dördüncü sınıftayken, değerli mimarlarımızdan Doğan Kuban’ın jüride olduğu bir yarışmaya yapıldı. Ben o yarışmada birinci olunca sanat camiasında huzursuzluk oldu. Zaman zaman kadın sanatçıların yarışmalarda derece almasının  kabullenilemediğine şahit oldum. O yıllarda erkek egemen bir toplumda Mihri Müşfik Hanım’ın dirayetli çabasının açtığı yolda kadın sanatçı olmanın zorluklarıyla ilk karşılaşmalarım beni daha da motive etti, diyebilirim.

Cumhuriyetle birlikte ve Mihri Müşfik Hanım’la başlayan kadının sanat içinde var oluş sürecinin günümüze kadar ki zaman diliminin çok önemli bir dönemine katkı sağlayan bir sanatçı olarak yurt içinde ve yurt dışındaki çalışmalarınızda kadının resim sanatı içinde var oluş mücadelesinde dünya ile ülkemiz açısından gözlemlediğiniz farklılıkları ve benzerlikleri anlatabilir misiniz?

Altmış yıldır üretmekteyim. Bahsettiğiniz bu yüzyıllık zaman diliminin yarısından fazlasını farklı ülkelerde edindiğim farklı deneyimlerle geçirdim. Dünya’da kadının resim sanatındaki yeri konusunda gözlemimden çıkarabildiğim sonuç şöyle oldu. Amerika’da resim sanatında kadının yeri Avrupa’dan daha geride. Bizde kadın sanat mektebinin açılması ile birlikte büyük bir adım atılmış olmasına rağmen olmamız gereken yere gelebilmiş değiliz. Bu gelemeyeceğimiz anlamını taşımıyor. Ülkemizde artık kadınlar sanat alanında da çok görülür olmaya başladı. Birçok yerde kadın sanatçıların sergi açtığına şahit oluyoruz. Bunun zengin bir kültürel birikime sahip olan Anadolu topraklarında yaygınlaşması gerekiyor.

Londra’dayken çok güzel bir kitap okumuştum. Kadın sanatçılar her zaman var. Hatta mağara resimlerini kadınların yaptığını söyleyen bilim insanları var. Ayrıca son birkaç yüzyıldır kadın sanatçıların eşlerinin ya da babalarının imzalarıyla yapıtlar ürettiklerini görüyoruz. Hatta Londra’da 2024 yılında böyle bir sergi açıldı. Günümüzde kız çocuklarının el becerilerinde daha önde oldukları ispat edilmiş durumda. Hızla değişen ve gelişen teknolojinin ileride sanatı nereye getireceğini bilemiyorum. Ama ülkemizde sanatın gelişebilmesi için “Artık değer”in sanat yatırılması ve sanatçılarımızın kopyacılıktan kurtulup yaratıcılığa doğru adım atması gerekiyor.

1972 yılında Uluslararası İstanbul Bienal’inin fikir annesi ve patent sahibi olmanız, birçok kişisel sergiler açıp sanat atölyeleri ve galeri kurduktan sonra 1983 yılında British Council’in bursunu kazanarak Londra’ya giderek Londra Üniversitesi Seramik Dalında yüksek lisans yaptığınız dönemlerde ve sonrasında Londra’da birçok kişisel sergi açmanızın yanı sıra 99 metrelik İngiltere’nin en büyük dış cephe “Eşitlik, Sevgi ve Barış” Mozaik Panosunu yaptınız. Bu eser 2022 yılında İngiltere’de tarihi anıt olarak kabul edildi. Bu süreci sizden dinleyebilir miyiz?

O bölgede 1985 yılında ayaklanma oldu. İngiltere’de ki en önemli olaylardan biri olarak tarihe geçti. Yerleşmemden iki ay gibi kısa bir süre geçmişti ki hem bu olaya şahit oldum hem de gerçeği bizzat yaşadım. Bu olayın aslını başka bir röportajımda anlatırım. Mozaik panoma gelince, o bölgede yaşayan sanatçılara teklif edilen bir çalışmaydı. Ben de onlardan birisi olarak seçildim. Belediye Sanat Konsülü ve Belediye tarafından görevlendirdim. Doksan dokuz metrelik İngiltere’nin en büyük dış cephe “Eşitlik, Sevgi, Barış” konulu mozaik panosunu yaptım. Büyüklüğünün yanı sıra kompozisyonun içeriğinin taşıdığı semboller açısından ve tekniğin yetkinliği, ilk kavramsal mozaik panosu olması nedeniyle yazılan raporlar sonucunda tarihi anıt olarak kabul edildi. Ayrıca İngiltere’nin ve Dünya’nın sayılı mimarlarından Richard Rogers bizzat gelerek panomu görmüş ve bana “Mozaik Panonuza hayran oldum.” diye mesaj gönderdi. Bundan ayrıca büyük bir onur duydum.

Doksanlı yılların ortalarından itibaren Amerika’da eserlerinizle birçok galeride yer aldığınızı görüyoruz. Daha sonra ülkemize geri dönüyorsunuz. Ülkemize dönme kararınızda en büyük etken ne oldu? 2002 yılında Beyoğlu’nda Galeri X ‘te “Hoşbul (ma) duk adlı kişisel bir sergi açtınız. Uzun yıllar Avrupa ve Amerika’da içinde yer aldığınız sanat camiasından geri döndüğünüzde Mihri Müşfik Hanım’dan sizin yurtdışına gittiğiniz yıllara kadar bıraktığınız yerden döndüğünüzde bulduğunuz yer sizi ve sanatınızı nasıl etkiledi?

1994-1998 yılları arasında Amerika’da birçok sergi açtım. Performanslar yaptım.1998 yılında New Yok Harlem ’de Galeri X’ i açtım. 2002 yılına kadar her yıl sergi açma olanağı buldum. İngiltere’de ki üretimlerimi Amerikalı sanat ortamına sunmuş oldum. Dünyanın ve Avrupa’nın en önemli sanatçılarıyla yeni bir soluk getirdik. Galeri X!in  Fluxus’tan sonra en büyük ekol olduğu söylendi. Maalesef 2001 yılında ikiz kuleler düştüğünde bana Amerika’nın gerçek yüzü göründü. Önce Londra’ya oradan da birikimimle ülkeme faydalı olmak üzere İstanbul’a geri döndüm. Söylediğiniz gibi, 2002 yılında Beyoğlu Tünel’de açtığım Galeri X’ te “Hoşbul-ma-duk” adlı bir kişisel sergi açtım. Çünkü Türk resminin büyük oranda sahte ve kopya olduğunu gözlemleyip bunu vurgulamak istedim. Aynı zamanda burada olmadığım dönemde İstanbul lehçesinde de değişiklik olmuş ve serginin adı da “Hoş- bulma-dık” yerine “Hoşbul-ma-duk” olarak verdim.

Bu röportajın yapılmasına vesile olan ve sizin Ekim Geçidi sergi projenizin ana çıkış kaynağı ne oldu? Neden ismini “Ekim Geçidi” koydunuz?

Ekim Geçidi projemi ilk kez Londra’da yaşarken 1983 yılında Cumhuriyetimizin 60. yılı nedeniyle düşünmüştüm. Atatürk, Türkiye’nin tanıtılması için Büyükelçiliklere bir bütçe vermiş. Bu bütçenin ülkenin tanıtılmasında daha verimli kullanılması konusuna kafa yormuştum.  Ekim Geçidi projesinin çıkış amacı Türk sanatının, sanatçılarının yabancı ülkelerde doğru temsil edilmesiydi. Ülkeye döndükten sonra Ekim Geçidi sergilerini tüm illerimizde açmak, açılmasına katkı sağlamak en büyük arzum oldu. Bu sergilerde, profesyonel, amatör, okullu-alaylı demeden, ustaymış, acemiymiş bakmadan, kasabalı, kentli, henüz adını duyuramamış yerli, yabancı her türden sanatçıyı sanat severlerle buluşturmayı amaçlamaktayız. Çiçeği burnunda sanatçı, usta bir sanatçının yanında yer alma gururu yaşarken, ustanın da genç sanatçıya cesaret verme mutluluğunu yaşayacağına inanmaktayız.

Ekim Geçidi ismini ben koymadım. İstanbul Modern Sanatlar Müzesi derneğimiz tarafından toplantı yapılarak oylama ile değerli sanatçı- şair Yeşim Ağaoğlu tarafından konuldu.

Ekim Geçidi sergisi projenizde hedefiniz nedir?

Bütün il ve ilçelerimizde halkta resim sanatına daha doğrusu görsel sanatlara karşı ilgi oluşturmak, Anadolu kültürünün zenginliğinin onlar vasıtasıyla sanata katkısını ve katılımı sağlamak, Ekim Geçidi karma sergileri açabilme işinin sürdürülmesini sağlayabilmek. Ne var ki yetmiş altı yaşında olduğum için bugüne kadar Ekim Geçidi sergilerini büyük bir özveri ile açan değerli sergi organizatörleri, sanatçı arkadaşlarıma meşaleyi devretmek, onların da daha ileriki yıllarda genç nesillere devrederek esas amacımız olan çağcıl sanatta önderlik yapabilmemiz.

Bu sergiler ülke geneline yayılarak resim-heykel sanatının Anadolu topraklarında kendi dilini oluşturabilmesi mümkün görünüyor mu?  Bu projenin başka ülkelerde bir örneği var mı?

En büyük arzum bütün il ve ilçelerde Ekim Geçidi karma sergilerinin açılması. Kültür Bakanlığımızın, belediyelerin ve üniversitelerin destek ve katılımıyla bunun olabileceğine inanıyorum. Uygarlıkların beşiği Anadolu topraklarında kültür hazinesinin farkına varılmasıyla tabii mümkün olacaktır. Ne var ki sanatçılarımızın içinde yaşadıkları bu hazinelerin peşinden giderek yaratıcılıklarını ortaya çıkarmak üzere üretmesi gerekmektedir.

Ahmet Selçuk Özbek


Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk Türk kadının yaşamın her alanda yer almasını istemiş ve 1924 yılında kadınlara sanat eğitimi veren bir okul açtırmış, siz de bu okuldan mezunsunuz ve o açılan yoldan yürüdünüz. Ülkemizde geleceğin ressam ve heykel sanatçıları için açtığınız bu yoldan yürürken tecrübelerinizden doğan tavsiyelerinizi bizimle paylaşabilir misiniz?

Günümüzde sanat akılla yapılmalıdır. Çalışırken eğer aklınızı yaratıcılığınıza veremiyorsanız sanatınız zanaata dönüşür. O nedenle sanat yapabilmek için üretirken yaratıcılığınızı kullanmanız şarttır. Yaratıcılığınızı geliştirmek için lisan bilmeniz gerekir, hatta birkaç lisan. Bilgi birikiminizi arttırmanız, kendinizi yetiştirmeniz gerekir. İmkânları dahilinde yurt içinde yurt dışında her türlü müzeye, ağırlıklı olarak çağcıl müze ve sergilere, bienallere, sanat etkinliklerine, galerilere gitmeleri gerekir. Ayrıca el becerilerini yaratıcı olmak için her an geliştirmelidir ve bu konuda deneme yanılma yolunu tavsiye ederim. Sanat özgürlüktür, özgünlüktür, özveridir. Sanatçılar çok özeldir. Gelecek kuşaklara örnek olmak zorundadırlar ve ülkeleri için sorumluluk almak zorundadırlar. Yolları açık olsun.

Çok teşekkürler. Ekim Geçidi sergilerini tüm Anadolu’da gezmek umuduyla hoşçakalın.