Şair ve yazar Mustafa Köz ile Türkiye’nin ilk ve tek şiir gazetesi Çıngıraklı Sokak’ın birinci yılında bir araya geldik. Gazetenin ilk yılına binaen yayın politikalarını, yapmak istediklerini ve Türkiye’deki şiir yayıncılığını konuştuk.

 

Mustafa Abi, merhaba; Türkiye’de çıkan ilk ve tek şiir gazetesi Çıngıraklı Sokak birinci yılını doldurdu. Gazetenin çıkış öyküsünü senden dinlemek istiyoruz.

İflah olmaz bir dergi batırıcıyım. Şiir tarihi belki de beni yalnızca böyle anacak. Üç dört dergi çıkardım batırdım. Hani Cemal Süreya, “Bir dergidir benim hayatım, ben ölmem, batarım.” der ya tam da öyle. Şimdilik ölmek için zamanım yok. Dergilerden sonra amansız bir kaşıntı tuttu ruhumu. Bir de gazete batırayım dedim ve Çıngıraklı Sokak çıktı geldi. Az şey değil gazete patronu olmak ama kendi yağıyla kavruluyor gazete. 

Neden gazete? Bu zamanın bir adı da “hız çağı.” Her şey akıp gidiyor. Özellikle dijital araçlar, neredeyse belleksizleştirdi insanı. Bakıp unutuyoruz. Yatak su tutmuyor. Şiire ilişkin yazılı bir bellek oluştururken hızın da olanaklarından yararlanmak istedim. Bu dolaşıma en uygun araç da gazetedir. Gazete, dergilerden daha hızlı yaygınlaşan bir iletişim olanağıdır. Vapurda, trende, otobüste unutulması da kolay. Çocukluğumda okumak için az gazete toplamadım trenlerden, vapurlardan. Bugün de nerede bir gazete görsem göz atarım.  

Halka daha tez ulaşabileceğini düşündüğüm için de gazeteyle şiir yoluna devam edeyim dedim ve Çıngıraklı Sokak’ı çıkarmaya başladım. Dediğin gibi gazete, ülkenin ilk ve tek şiir gazetesi.

 

Çıngıraklı Sokak ismi nereden geliyor? Şiirin ve şairin sokakta olmasını ve yaşama dair ne varsa onunla bağ kurması gerektiğini söylüyorsunuz. Bir şair için sokak ne ifade ediyor?

“Evde yaşayan ölür,” diyor Çigan atasözü. Evler, bir sığınaktan başka bir yer değil bugünün insanı için. Duvarların ardına kapandıkça ruhumuz da daralıyor. Şiir de öyle. Şairler, sözcüklerini boğdukça boğdular. Hayatla ilişkileri koptu çünkü. 

Hayat, sokakta. Hayatın şiirinin şiirin hayatı olduğuna inandım her zaman. Sokağı seviyorum. Sokak, toplumsal bir alandır. Kadıköy’de Yeldeğirmeni’nde bir sokakta çıkıyor Çıngıraklı Sokak. Gazetenin adındaki “Çıngırak” sözcüğüyse bir uyarıyı imliyor. Çan da olabilirdi, zil de siren de kampana da. Şiirin toplumsal bir uyarı işlevi olduğunu vurgulamak istedim. Hayata dair her şey, şiirin içindedir. İşte, sokak şair için bu toplumsallığı ifade ediyor. 

 

“Şiir, yeryüzünün vicdanıdır”

 

Gazetenin başlığının altında “Şiir, yeryüzünün vicdanıdır” yazıyor. Bunu açıklar mısın?

Vicdan, yeryüzünde olup bitenlerin sessiz tanığıdır. Şairin ruhunda bu tanıklık yoksa yazdıklarının içtenliğinden de söz edilemez. Yığma ve kof sözdür her şey. Şiir salt janjanlı düşler görmek, fiyakalı sözcüklerle sırça köşkler kurmak değildir. İnsansız her şey ölüdür. Şairi diri kılan ve sözünü eyleme dönüştürense vicdanıdır. Gazete de sözünü ettiğim bu tanıklıkla ve vicdanla okurla buluşuyor. 

 

Nasıl bir yayın politikası izliyorsunuz? Yazarları ve içerikleri neye göre belirliyorsunuz? Bir sene içinde bu anlamda değişiklikler oldu mu? Dinamik bir yapınız mı var?

Çıngıraklı Sokak, adı üzerinde, bir gazete. Bunun için de bir gazetenin içeriğinde ne varsa şiir gazetesinde o var. Şiire ilişkin haberler, yorumlar, şiir arşivi, başyazı, köşe yazıları, bir gelenek olan tefrikalar, şiir bulmacası, şiir-spor sayfası, (sporcularla şiir üzerine söyleşiler), yemek tarifleri… Yeni şiir kullanmıyoruz gazetede. Bu işi şiir dergileri yapıyor çünkü. Sisypos köşemizde gençlerin şiirlerini yayımlıyoruz sadece. Onlara yer, yol açmak için. 

İlk sayımızdan bugüne değişmedi bu yayın görüşümüz. Değişmeyecek anlamına da gelmiyor ama. Gençlerle çıkıyor çünkü gazete. Onların eylemliliğini, dinamizmini önemsiyorum. 

 

Son olarak, şiir yayıncılığı ve dergiciliğinin son dönemini değerlendirir misin? Nasıl bir süreçten geçiyoruz?

Önce de söylediğim gibi bakılıp geçilen zamanlardayız. “Odyovizüel yeni yaban çağ” diyorum ben bu zamana. Gazetelerden, dergilerden geçtim, kitaplar bile dijitalleşti. Şiir kitabı yayımlayan bir iki yayınevi kaldı, onlar da şairin kucağına bu baskıdan üç beş kitabını verip şiirlerini internetten yayımlıyor. Yapay zekâyı konuşuyoruz nedense. Şairler, eleştirmen yokluğunda yapay zekânın “zekâ”sından medet umuyorlar. 

Olumsuz bir süreç doğal ki bu ancak her zaman makinelerin değişimine bağlı olarak bu tür popüler geçiş dönemleri yaşanır ve biter. Asıl olan, şairin ve okurun kâğıtla ve kalpleriyle kurduğu yakınlıktır.