İstanbul’da dünyaya geldi. Nişantaşı Rüştü Üzel Meslek Lisesi Aşçılık Bölümü mezunu. Üniversite öğrenimini Bilgi Üniversitesi Aşçılık Bölümü’nde tamamladı. Anadolu Üniversitesi Marka ve İletişim Bölümü’nde eğitimine devam ediyor. Aşçılık kariyerinin yanı sıra Newslab Atölye’den kamera eğitimi aldı. Sonrasında editörlük eğitimi alarak medya alanında eğitimlerine devam etti. Mikroscope Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Yardımcısı olarak görev yapmaktadır. Eşzamanlı olarak Minoa Village Restoran’da da çalışmaktadır.

Osman Nuri İyem: “’Yeniden Cesur Dünya’ sergisi güzel sanatlara sahip çıkma arzumuzun ürünü”

Evin Sanat Galerisi’nin ev sahipliği yaptığı “Yeniden Cesur Dünya” sergisi için küratör ve galerinin yöneticisi Osman Nuri İyem ile bir araya geldik. İyem, 1996’da kurulan galerinin güzel sanatlara sahip çıkma macerasının geçmişini ve geleceğini ortaya koyabilecek bir sergi planladığını ve bunu da “Yeniden Cesur Dünya” ile gerçekleştirdiğini söyledi. 41 eserin yer aldığı sergi, ilhamını Aldous Huxley’nin “Cesur Yeni Dünya” adlı kitabından alıyor. 

Sanatçı bir ailenin üçüncü kuşağısınız. Osman Nuri İyem kimdir, sanat hayatına nasıl başlamıştır? Bize biraz kendinizden bahsedebilir misiniz?

Dedem ve babaannem, cumhuriyetin neredeyse ilk kuşaklarından beri sanatçı; Nuri İyem ve Nasip İyem. O dönemin şartlarında “sanat piyasası” diye tabir edebileceğimiz dünyanın sorunlarını çok yakından görebildikleri için sanat galerisi işine girmeye karar vermişler. Babam gençliğinde seramik ve fotoğrafla uğraşmış. Annemle evlendikten sonra ise fuar yöneticiliği yapmış.

Ben aslında fotoğraf ve sinema okudum. Şu an kendi üretimlerime de devam ediyorum. Türkiye’de bir sanat galerisinin yükü epey ağır. Bir nevi aksiyon diyebilirim ama sonuçta böyle bir karar almak istedim. Ülke adına, Evin Sanat Galerisi’nin önemli bir kurum olduğunu düşünüyorum. Onu en güzel şekilde sürdürebilmek için çok güzel bir ekibimiz var. Eşim Gizem Kahya İyem, o da işin içinde. Zaten kendisiyle burada tanıştık. Ben yüksek lisansta, o burada stajyerdi. Öyle ilginç bir tatlı hikâyemiz var

Bu anımı hep anlatıyorum; Ben çocuktum. Pazar günleri annemler müzayedede dedemin resimlerini takip etmeye giderlerdi, eve koleksiyonerler yemeğe gelirdi. Dediğim gibi ben de işin üretim tarafındaydım. Zaten galericilik eğitimi diye bir alan yok. Kültür Yönetimi veya Sanat Tarihi gibi bir bölüm okuyup bu konuda kuvvetlenebilirsiniz. Bunlar zaten benim hep içinde olduğum alanlar, annemin vefatından sonra da galerinin yönetimini topyekûn devraldım. 

 

Sizi bu sergiyi açmaya motive eden şey nedir?

Aslında galerilerin bir sergi takvimi olur, belli dönemlerde karma sergiler yaparsınız. Temsil ettiğiniz sanatçıların veya dışarıdan davet ettiğiniz misafir sanatçıların solo sergilerini açarsınız. Geçen sene galerinin 25. yılını tamamladık.  Bu sene, 26. yılında “geçmişten nasıl bir kuvvet alıyor ve nereye gidiyor?” gibi bir sergi yapma hayalimiz vardı. Daha önce çalıştığımız başka sanatçılar, yeni çalışmaya başladıklarımız, yeni birliktelikler kurduklarımız vb… Bunu kafamda ufak ufak kurcalarken Evin Sanat Galerisi’nin geçmişini ve tarihini anlatıp nasıl bir yöne gittiğini göstermeye çalışan bir sergi hayal ediyordum. Ve o sırada okuduğum kitaplardan biri Aldous Huxley’nin “Cesur Yeni Dünya”sıydı. Bence okumakta çok bile geç kalmışım; gençliğimde hep duymuştum ama hiç okumamıştım. Esasen yazmakta olduğum bir senaryo var. Senaryo için ilham alırken romanda güzel sanatlar hakkında geçen bir diyaloğu gördüm. Ve beni çok etkiledi… Aslında ütopya gibi gözüken ama distopik bir dünyada güzel sanatları feda etmek zorunda kaldık. Çünkü artık dünyada istikrar var. İstikrarın da pek bir gösterişi yok, istikrarsızlığın gösterişi var. “Biz bu nedenle insanların güzel sanatlara ilgi duymasınn istemeyiz” diyor dünya yöneticilerinden biri. Bu cümle kafama çok kazındı. O sırada Foucault’nun başka bir kitabını okuyordum. Söylem birlikleri, gelenek, etki, evrim, süreç gibi kavramlar üzerine düşünürken aslında galerinin kendi kimliğinde yıllardır güzel sanatlara sahip çıkma arzusunun olduğunu ve çalıştığı sanatçıların birçoğunun, gerek kendi süreçlerinde gerek birbirleriyle güzel temaslarının olduğunu fark ettim. Yavaş yavaş, daha soyut bir şekilde olsa da son altı-yedi aydır  kafamda sergi şekillendi diyebilirim.

 

Sergide nasıl bir kavramsal çerçeve çiziyorsunuz?

Aslında az önce kısaca giriş yaptım. Kitabın adı: Cesur Yeni Dünya. Ben “Yeniden Cesur Dünya” diyerek aslında Walter Benjamin’in “Mekanik Yeniden Üretim Çağında Sanat Eseri” makalesinden ilham aldım. Ve bu ütopya gibi gösterilen distopik dünyanın önümüze sürekli yeniden atılıyor olmasına bir atıfta bulunmak istedim. Biraz da inanıyorum ki aslında dünyada en önemli sorunlardan bir tanesi bu.  Giderayak, her gün bir adım daha fazla “Cesur Yeni Dünya” devletine dönüyoruz. Sürekli aklımızı karıştıracak güzel bir şeyler atılıyor önümüze. Ya da suni krizler çıkarıldığını düşünüyorum. Dünyada hiçbir zaman müthiş bir istikrar olmadı ama bize gerektiğinde bir şeyler oturdu, gerektiğinde oturmadı veya bir şeyin yerine oturmadığında ise of her şey bunun yüzünden oluyor denebilir. Aslında siyasette gördüğümüz gibi bir şeyleri suçlamak ve üzerinden atmak çok kolay. Biraz da burada sanatın ve sanatçının görevini de güzel sanatlar bağlamında ele almak istedim. Doğru, iyi, dürüst bir sanat eseri veya sanatçı kimseyi suçlamaz ve yaptığı işte sorumluluk alır. Ben de biraz madem böyle bir distopik dünyada buna sahip çıkılmıyor, bizim vazifemiz buna sahip çıkmaktır diye düşündüm. 

 

Sergiden beklentiniz neler, izleyicilerde nasıl bir etki bırakmak istiyorsunuz?

Hayal ederken, kurarken, tasarlarken benim aldığım zevki izleyicilerin de alabilmesi ve düşündüklerimin en azından bir kısmının onlara geçebilmesi veya başka düşüncelere yer açabilmesi diyebilirim. İlla benim düşündüklerimi düşünmeleri gerekmiyor. Ama en azından kafalarında daha önce düşünmedikleri yeni olgular, yeni kavramlar oluşmasına vesile olabilirsem ne mutlu bana. 

 

Serginin hitap ettiği kesim hangisi, kimlere ulaşmasını hedefliyorsunuz?

Gönül ister ki herkese hitap edebilsin ama üniversitede bir film yapımcısı hocamın söylediği çok güzel söz vardı: “Hiçbir sanat eseri kesinlikle herkese hitap edemez.”  Tam doğru olmasa da bir nebze doğru olabileceğini düşünüyorum. Ama ben her zaman şunu söylerim: “Kendi kitleniz gibi görebildiğiniz birilerine hitap etmek önemli değil, her zaman karşı mahallenin çocuklarına da hitap edebilmelisiniz.” Entelektüel sanatçı kitlesinin de bunu anlayabilmesini, özdeşleşebilmesini isterim. Yeterince birikimli küratör, sanat tarihçisi ya da sürekli sergi gezen… Bir yandan sokaktan geçen vatandaşın da eğer vakit ayırıp gezebilirse ilgisini çekmesini isterim. 

 

Türkiye’deki sanat ortamını ve sanat camiasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bir sürü konuda olduğu gibi üretimin kendisinin çok kuvvetli, çok parlak, zeki beyinler olduğunu düşünüyorum. Ama diğer her konuda olduğu gibi, gerek ekonomik şartlar, siyasal şartlar ve yaşam koşullarının sürekli zorlaşması işi birazcık zorlaştırıyor. Sanatın kendisinin insanlarda biraz duygu uyandırması gerektiğini düşünüyorum. Mesela Amerika’da çok güzel bir ayrım vardır; Entertainment. Bazı şeyler eğlence sektörüdür. Dolayısıyla birazcık zorlu aynı durumun plastik sanatlar dünyasında da olduğunu düşünüyorum. Ne yaptığını bilmeyen parlak, şaşaalı, güzel, gösterişli ve eşine dostuna bir şekilde ulaşmış önemli insanları tanıdığı için PR yapmış bir sürü ressam, heykeltıraş, yeni medya sanatçısı, tüm dünyada olduğu gibi bizde de var. Dolayısıyla sorunuzla ilgili konuşurken biraz onları ayrıştırmak da gerekebilir diye düşünüyorum. İyi yanları da var, kötü yanları da. Ama genel olarak tüm dünyada olduğu gibi bize zor, bizde biraz daha da zor. 

 

Türkiye’de yıllardır süregelen sanat ve sanatçıya bakış açısı nasıl ve nasıl olmalı?

Herkesin dünyaya bakış açısı, ilgilendiği alanlardaki bakış açısını da etkiliyor. Ben bunu kendimce bir noktada kabullenmek zorunda kaldım diyebilirim. Yüksek lisans yaparken akademinin nasıl bir şey olduğunu anladığımda çok kafam karıştı. Sol akademik yazımı anlayabiliyordum ama muhafazakâr sağ bir akademisyenlik nasıl bir şey anlayamıyordum. Ya da sanatın kendisinin insana dair tutkular, heyecanlar ortaya koyması gerektiğini düşünüyordum ama içi bomboş şeylerin nasıl izleyicisi, alıcısı, takipçisi var anlayamıyordum. Ama zaman içinde, kendi hayatında bir şeyleri düşünmek istemeyen bir insanın, üç buçuk saatlik bir Nuri Bilge Ceylan filminde taşradaki birinin dramına katlanmasını bekleyemezsiniz zaten. İşyerinde çalışan insanların dramına katlanmak istemiyordur. Dolayısıyla aslında sorduğunuz sorunun kişinin kendi bakış açısına göre de değişebileceğini düşünüyorum. Yoksa tıpkı üreticiler gibi izleyiciler, takip edenler içinde gerçekten çok birikimli, çok sıkı takip eden insanlar var ve bu aslında İstanbul ile kısıtlı değil. Üretim ve faaliyetler daha çok İstanbul’la kısıtlı. Anadolu’nun herhangi bir yerine bir sergiyi götürdüğünüz zaman, bir film götürdüğünüz zaman beklentilerinizi düşük tutabilirsiniz imkânlardan ötürü. Ancak karşılaştığınız tepki çok heyecan verici ve çok yüksek oluyor. 

 

Mevcut iktidarın sanatçıya bakışını nasıl görüyorsunuz? Sizce düşünce ve ifade özgürlüğünün önündeki engeller gibi sorunların çözülebilmesi için neler yapılmalı?

Zaten toplumsal olarak kısıtlanmış bir ifade özgürlüğünden bahsediyoruz. Bununla birlikte sanatın ya da sanatçının aklına gelen her şeyi, dilediği gibi istediği yerde söyleyebilmesi gerektiğine inanmıyorum. Ben burada hep şunu söylerim; sanat aslında bir şeyleri söylemek de istiyorsan bunun da bir yolu olabilir. Fabl niye vardı bunu bir hatırlayalım. Mesela bu çok güzel bir örnek; Amerika’da herhangi bir karalama, bizimle dalga geçiyor, bu küfür etti vb. biri dava açtığında emsal yasalar şunu gösteriyor: Sen bunu beğenmiyor olabilirsin, bu seninle dalga geçmiş olabilir. Peki bir izleyicisi, bir alıcısı var mı? Var. Beni ilgilendirmiyor diyor adam. Yani bir insan kamu önünde olmayı tercih etmişse onun tercihidir ve o zaman eleştiriye açıktır. Biz burada siyasetçilerin eleştirilip eleştirilmediğini tartışamıyoruz halbuki. Amerika’yı savunacak değilim. O da korkunç özellikleri olan bir ülke bir yandan ama en azından demek istediğim kâğıt üstünde, görünürde ifade özgürlükleri ve kamusal kişiliklerin karşı derdini dile getirebilme makul bir düzeyde sağlanmış durumda. Bugün hanginiz çıkıp Türkiye’de on ya da on beş sene önce söyleyebildiğimizi söyleyebiliriz, söyleyemeyiz. Ama tabii ki şöyle bir şey var. Bu şekilde bir siyaset yaparsınız, ortadaki bir sürü ok da size yönelecektir. Yani herkesi susturmaya çalışınca bir sürü insan size karşı gelecektir.

21 Mart’ta açılan “Yeniden Cesur Dünya” sergisini, 29 Nisan 2023 tarihine kadar İstanbul-Bebek’teki Evin Sanat Galerisi’nde gezebilirsiniz.

Zeytin Dalı’nda Müge İplikçi’nin konuğu Yeniden Cesur Dünya sergisinin küratörü Osman Nuri İyem. İyem, Evin Sanat Galerisi’nin güzel sanatlara sahip çıkma gayesi olduğundan bahsederken, serginin amacının distopik bir dünyayı tasvir etmek olmadığını söyledi. “Cesur bir geleceğe adım atabilir miyiz?”

Keyifli Seyirler!