Önceden gazeteci, iletişim ve halkla ilişkiler uzmanı, insani yardım görevlisi. Şimdilerde üniversitede gençlerle deneyimlerini paylaşıyor, okuyor, yazıyor ve merak ediyor. Yazarak düşünüyor, merak ettiklerinin peşine yazarak düşüyor. Yazdığı hikâyelerde hayatı yeniden ve yeniden keşfetmeyi seviyor. Kısa Öyküleri Mikroscope gibi online ve Kirpi Edebiyat Dergisi gibi basılı platformlarda yayımlandı. Arada Londra ve Washington’da yaşamış olsa da Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde uluslararası ilişkiler okumak için başkente yerleştiğinden beri Ankaralı.

 

Çıplak bedenindeki çürüklere dokundu tek tek. Bal rengi örgülerine, masum yüzüne tezat, boynundan aşağısı, bazısı siyaha yakın bazısı daha açık mor lekelerle bezeliydi. İyileşmeye yüz tutanlar hariç dokunduğu her bir yer acıyordu.

“Sakın ola yüzüne, gözüne, görünen yerlerine vurmayasın oğul,” diye tembihlemişti kaynanası gerdeğe girmelerinden az önce. Geline de mor kadifeden bir kese uzatmış; “Âdettendir,” demişti. “Göğeriveren yerin üzerine bir altın bırakırsan çabucacık iyileşir. Hadi, Allah rahatlık vere.”

Rahatlık vermedi Allah. Halim Ağa’nın oğlu Selim’e davulla zurnayla gelin geldiği, koca evine girmeden ayağının altına konan testiyi tekmeleyince çil çil altınların ortalığa saçıldığı günden beri rahat yüzü göremedi. Ne göğeren etlerine ne de kocasının orasında burasında bıraktığı kan oturmuş diş izlerine iyi geldi altınlar.

Dayanamayıp babasına haber saldı. Halim Ağa’dan kızının ağırlığınca altın alan babası, “Kız kısmı ata evinden gelinlikle, koca evinden kefenle çıkar,” diye haber yolladı.

“Çabucacık gebe kalmaya bak,” diye üfledi kulağına kaynanası. “Anca bebe belik olursa durulur bizim oğlan. Babası da böyleydi bunun. Ne dayaklar yedim ben gençliğimde ne dayaklar.”

Gelin kaynana toprağından olur derler. Ama Menekşe Gelin kendi güneşinin altında çiçek açmaya karar verince, bir akşam üzeri bütün köy çığlıklarla inledi;

“Yetişin a komşular yetişin!

Bizim gelin kaçmış! 

Tekmil altını da alıp kaçmış.

Ah ben ne edem? Nerelere gidem?

Halim Ağama, Selimime ne diyem?”

Dizlerine vura vura dövünen kaynana, içten içe akşama yiyeceği dayaktan sonra çürüklerin üzerine koyacak altını kalmadığına hayıflanıyordu.