Burcumu sordu, “Bilmiyorum,” dedim. “Öyle saçmalıklara inanmıyorum,” diyecektim ama son anda tuttum kendimi çünkü yanıma gelip benimle konuşması çok hoşuma gitmişti. Bütün akşam uzaktan izlemiş, konuşmaya can atmıştım ama yanıma gelmeseydi ben ona gidecek cesareti kendimde bulamazdım. Kasımda doğduğum için akrepmişim. O haziranda doğmuş, ikizlermiş. “Peki akreple ikizlerin arası nasıldır?” diye sordum, “Berbattır, asla anlaşamazlar,” dedi gülerek. “Hiç belli olmaz,” dedim. Meydan okur gibi demiş olabilirim. Ortak bir arkadaşımızın evindeydik, birbirimizden habersiz ikimiz de kalabalıktan bunalıp terasa çıkmıştık. O gece fazla sohbet edemedik fakat doğum tarihini öğrenmiştim, telefonunu bulmam da zor olmadı. Yaş gününde arayıp yemeğe çıkmayı teklif ettim. Başka bir programı varmış. Beni püskürttü sanmıştım ama bir hafta geçmeden o beni aradı. Beşiktaş İskelesi’nde buluştuk, Akaretler Yokuşu’ndan yukarı yürüdük. Etraf kalabalıktı, elini tutmaya cesaret edemedim, yine de birkaç defa parmaklarımız birbirine değdi. O gece beni evine davet etti: Küçük iki oda, çatıların üzerinden Adalar görünüyordu. Yatak odasında Baba filminin posteri asılıydı, gülme tuttu, neden bilmiyorum. Tekrar görüşeceğimize o kadar emindim ki, bunun tek gecelik bir ilişki olarak kalacağını söylediğinde beynimde kıvılcımlar çaktı. Sabredemedim, iki gün sonra elimde bir demet çiçekle kapısının önünde bekledim. Beni görünce önce şaşırdı, sonra gülümsedi. İşe gidecekmiş, biraz nazlandıktan sonra arayıp “Hastayım,” dedi. İlişkimiz böyle başladı —her ne kadar o bunun, benim düşündüğüm gibi bir ilişki olduğunu kabul etmese de her hafta görüşüyorduk, bazı haftalar iki kere görüşüyorduk. Tek sıkıntım, bana sürekli ikizler burcunu anlatmasıydı. Ona burçların saçmalık olduğunu kanıtlamaya kararlıydım. Geceleri uzun uzun yürüyüp sohbet ederdik ve neşesi yıldızlardan daha fazla ışık saçardı. “Kaderimizi yıldızlar değil kendimiz çizeriz,” diye izah etmeye çalıştığımda beni duymazdı. Yürümekten yorulunca iki odalı dairesine kendimizi atıp güneş doğana kadar sevişirdik. Hayatında benden başka biri olmadığına neden inandım, bilmiyorum ama bir gün onu başka birisiyle el ele gördüğümde çılgına döndüm. Boş yere olay çıkardığım için bana kızdı, hangimiz daha öfkeliydik, bilmiyorum. Sakinleştikten sonra kişiliğinin böyle olduğunu ve değişmeyeceğini söyledi, benimle birlikte olmak hoşuna gidiyormuş ama onu böyle kabul etmek zorundaymışım. Değildim oysa, bu çocuksu tavırlarını bıraksa neyin doğru neyin yanlış olduğunu o da görecekti. “Sadakat kötü bir şey değil ki,” dedim. “Ama kıskançlık kötü,” diye cevap verdi, “ayrıca vermediğim sözlere sadık kalamam.” Ne kadar hatalı olduğunu ispat etmeye kararlıydım ve zaman kazanmak için alttan alıp kendimi affettirdim. Uluslararası pazarlama şirketlerinden birinde çalışıyordu. Sıcaktan kavrulan bir salı öğlene doğru telefon etti, müdürüyle kavga edip istifa etmiş. Neden kavga ettiğini sordum, “Akşam yemekte anlatırım,” dedi. Akşam yemeğe gelmedi. Çok sevdiği Rus lokantasında rezervasyonumuz vardı, tam iki saat bekledim. Aradığım numaraya erişilemiyordu. Tek başıma yarım şişe votka içtim. Ertesi gün artık endişelenmeye başlayacaktım ki, Instagram’dan mesaj yolladı. Eşyalarını satmış, tek bir bavulla İtalya’ya gitmiş. Oturma izni almaya çalışacakmış. “Belki tatilde gelirsin, beraber gezeriz,” diye yazmış. Birkaç hafta sonra yine bir arkadaş toplantısında başka birisiyle tanıştım. Yengeçmiş.