Üzerinde kırmızı incecik bir hırka, diz yapmış bir eşofman altı, ayaklarında ev terlikleri, sımsıkı kapalı avucunda bir not kâğıdı ve sıska omuzlarına çapraz astığı bez çantası ile telaşlı adımlarla apartmandan çıktı. Ankara ayazı onu apartmanın içine doğru ittiriyor, yüzünü, gözünü çiziyordu. Soğuktan yaşaran gözleri anında kristalleşti. Siyah saçlarını alelade bir şekilde tepesinde topladı, buğulanan gözlük camlarını silmeye çalışırken önünde duran arabaya alelacele bindi.
“Küçükesat,” dedi, sesi üşümüştü ”Biraz hızlı gidebilir miyiz?”
Gözleri çizgi halinde, giydiği kalın mont yüzünden rahatsızlığı çok belli olan adam dikiz aynasından kadının ince kıyafetine bakarak söylendi.
“Abla daha hızlı gidemem, yollar buzlu, şubat ayındayız, sen bu aydınlık geceyi gördün de hava güzel mi sandın? Eksi on gösteriyor termometre. Tükürsen buz tutar valla.”
Kadın kafasını sessizce arabanın soğuk camına yasladı, gözlerini kapattı. Limonata gibi bir bahar akşamıydı küçük bir kız çocuğu, tavşan motifli elbisesiyle annesinin göğsünde, kollarında kaybolmuştu. Gülüşleri çıtır gofret gibi gevrekti.
Siz geniş zamanlar umuyordunuz, çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek. B. Necatigil
Kapı koluna asılmış en sevdiği pasta, kalbinde mahcup bir özlem, notta en sevdiği şiir ve uzun zamandır kollarında kaybolmadığı birkaç kilometre uzaktaki annesine gülümsedi.