Karaköy’de indim arabadan, Galata’ya doğru tırmanıyorum. Hafif bir meltem var, peşimden denizin kokusunu getiriyor. Gecenin ilerleyen saatleri ama gökyüzü aydınlık. Baksan deniz parıldıyor. Vapurların salıntısını dahi seçebilirsin.
Çok da dolanmadan Galata’nın altında bir mekâna oturdum. Kendime bir kahve söyledim. Seni bekliyorum. Karşı masamda bir çift oturuyor. Heyecanla bir şeyler anlatıyorlar birbirlerine. Belli ki çakırkeyifler, kadının yanakları kızarmış. İkisi de gülerken ses tonunu kaçırıp birbirlerini yine gülerek uyarıyor. Dipteki masada bir adam tek başına oturuyor. Bir şişe şarap söylemiş kendisine. Kimseyi beklemediği belli. Etraftan geçen insanları izliyorum Galata’ya çıkanlar, inenler, el ele gezen âşıklar, gülünce insanın içini ısıtan çocuklar.
Biraz gecikeceksin anlaşılan. Çantamdan not kâğıdı ve kalemimi çıkardım, gözlüğümü taktım seninle ilk kez Galata’ya çıktığımız günün anısını yazıyorum. Yazdıkça anıdan çok bir mektuba benziyor. Bir veda mektubu gibi. İçime sinmiyor ama yırtıp atamıyorum da.
Nerede kaldın acaba? Sokağın öte ucunda bir takırtıdır geliyor. Sen misin? Değilsen bile artık gelenin sen olmasını istiyorum.