Cevdet Bey, günlük gazetesini koltuğunun arasına iliştirip birkaç öteberiyle evin yolunu tuttu. Gazeteye üstünkörü göz gezdirdi. Keyfi yoktu bugün, yalnız yaşamanın sıkıntısına yarenlik eden Rahmi Efendi her sabah saat dokuzda gazetesini getirirdi. İki gündür yoktu. Acı kahvesini özledi. Çocuklarından biri hastalanmıştır diye düşündü, pek oralı olmadı. Ne fedakâr, iş bitirici bir adamdı şu Rahmi Efendi.
Yalnız yaşamanın çaresizliğinde Rahmi’yi çok aradı gözleri. Kalktı, dolaptan bir ağrı kesici aldı. Tekrar yatağa geri döndü. Huzursuz edici bir iç sıkıntısının üstüne rahatsızlığı da eklenince uyuyamadı bir türlü. Gazeteyi tekrar eline aldı. Ülkenin süreklileşen siyasi konuları can sıkıcıydı, yüzünü ekşitti. Ekonomik darboğaz gün geçtikçe daraltıyordu ülke insanını…
Birden dondu kaldı. Olabilir miydi? İsim benzerliği olmasın? Vesikalı fotoğraf pek silikti seçemedi, gözlüklerini iyice dayadı burnuna. Vücuduna yayılan kanla birlikte birden dirildi, harekete geçti. Unuttu kendini. Kalın kırmızı punto harflerle “Kâğıt Toplayıcısının Hazin Sonu…” Mayısın dalda duran kirazı gibi kırmızıydı her harf… Gündüzleri bir apartmanda çalışan Rahmi Opuz akşamüstleri ek iş olarak kâğıt toplayarak geçimini sağlayan dokuz çocuk babasıydı. Rahmi’nin boylu boyunca bedeninin üzerine serilen gazete arasında sızan kan Cevdet Bey’i pek sarstı. Gazete elinden düştü. Yazık oldu Rahmi Efendi’ye.
Mayıs ne çok seviyordu kırmızıyı…