Metro, iş çıkışı, kalabalık…
Cebinden çıkardığı çikolata parçasını ağzına atarken, yandan gelen çirkin bakışları fark eden ama farkında değilmiş gibi ayakkabısının ucuyla zeminde daireler çizen adam, “Tam da çikolata yiyecek zamanı buldun.” diye kızdı kendine. Metronun ne zaman geleceğini gösteren ışıklı panoya bakarken, çirkin bakışlı kadın “Çikolatandan biraz da bana verseydin.” dedi. Bakışları gibi sesi de yılanlı kadına bakamadı bile adam. Olduğu yere çivilendi, sesini çıkaramadı. Metroyu kurtarıcısı belledi.
“Hadi be, geleceksen gel artık.”
Kalabalıkla birlikte metronun içine akıp giden adam, cam kenarında ayakta dururken hemen sırtını yasladı. Arkasından birinin yanaşmasını ancak böyle engelleyebiliyordu. Uzaktan kendisini süzen bakışların, bu defa da kamçılı yılan gibi bedenine dolandığını hissedince tekrar ürperdi. İki üç durak sonra boşalan koltuklarda oturacak bir yer aradı. Tek olmalarına rağmen bacaklarını açıp yayılarak iki kişilik koltuğu kaplayan kadınlardan dolayı ayakta kaldı. Kapının iç tarafındaki boruyu avuçlayan elini, başparmağında hissettiği pis sıcaklıktan kurtulmak için hızla çekti. İstemeden başını çevirip baktığında, sakızlı ağzından salyalar akan kadının gözleri adamın yüzünde gezindi. Yetmedi, tek düğmesi açık gömleğinden içeri süzüldü. Yetmedi, kalçasında, bacaklarında dolandı. Metro durur durmaz indi; oysa evine daha iki durak vardı.
Caddede yürümeye başladığında “Kadınların sözlüğünde neden eşitlik kelimesi yok?” diye düşünürken cebinden çıkarıp taktığı güneş gözlüğünün arkasına saklandı adam bu sefer. Ellerini pantolonunun cebine soktu. İyice gizlendi. Çirkin sesleriyle konuşup sigara dumanını savuran kadınların arasından geçerken, “İçinizde yaşadığınız hiçlik duygusunu fark ettiğinizde, yeni biçilmiş çim kokulu bir bahçenin huzuru gelecek buralara” diyen haykırışlarını herkesin duymasını hayal ediyordu.