Bir varmış bir yokmuş. Kahverenginin tonlarıyla sarmalanmış ekim günlerinden birinde, taze parçalanmış meşe odununun ateşinde, eski ağaç bir tekerlekten yapıldığı görülen yuvarlak masanın etrafında toplanmış halk temsilcileri, kehanet yorgunu Kronos’un hayatlarını yok edişinden çıkışın yollarını tartışıyorlardı. Varoluşun hikmeti kendinde ise yok oluşun da kendinden olması gerektiğini düşünen yasa koyucu ve uygulayıcı… Yaşamın bütün nimetlerini yutmuş, insanları sefalet içinde bırakmış olan hükümdar titanı kibir ve ego zehirlemişti. Altın çağ sona ermişti. Yaşamı tekrar canlandırmanın ve bereketi tüm yeryüzüne aşılamanın tek yolu acımasız titanı kusturmaktan geçiyordu. Onun midesini bulandıracak olan ise hükmünün artık halkı üzerinde bir anlam ifade etmediğini, halkın yöneticilerini içlerinden kendilerinin seçeceğini öğrenmesi olacaktı. Karar alınmıştı.
Nitekim kusmuş. Rivayet odur ki gülmekten kusmuş. Başka kaynaklar sinirden mide krampı geçirip kustuğunu aktarır. Çıkardıkları çocuklarıyla sembolleştirilmiş yaşamın kendisiydi. Yeni bir çağ doğmuş, seçilen bir isim konulmuş, el bebek gül bebek büyütülmüş.
Bilinir ki insanoğlunun sefası pek uzun sürmez. İçlerinden seçtiği yönetici tanrılaşır, kral olur, imparator olur böylece sürüp gider. Geçmiş budur. Geleceğin kehaneti ise, bir gün yönetilmeye ihtiyaç duymadığında gerçek insan olacağını öğreneceğidir.