“Üstümdekine güzel diyecekler mi acaba? Annem kesin çok kızacak bayramı beklemedim giymek için diye! Amaaan kızarsa kızsın! Komşunun kızı nasıl da kıskandıra kıskandıra geziyor annesi bir elbise daha alınca, bu defa sıra bende! Ay ama nasıl da güzel elbisem, yeşilli pembeli. Kesin kıskanacaklar, kesin! Aa yakar top oynuyorlar. Ben de yanlarına gitsem oyuna alırlar mı ki? Ya üstüm çimen lekesi olursa? Çamur da vardır kesin ama ne yapayım? Oyun oynamak benim en temel hakkım değil miymiş? Öğretmen öyle anlatmadı mı bize? Annem bir şey derse haklarımı söylerim!”
İçinden bunları geçirirken arkadaşlarına yaklaştı küçük kız.
-Selam millet, ben de oynayabilir miyim?”
-Top bizim değil ama soralım. Ece, Yağmur’u da oyuna alalım mı?
-Hayır! O benim topumla oynayamaz!
-Zaten ben de senin topunla oynamam! Size iyi eğlenceler!
Arkasını döner dönmez son bir hamleyle yeşil elbisesini savurup Ece’ye yan bir bakış attı. Sonra dolan gözlerini görmesinler diye hızla yürümeye başladı. Ne çamur umurundaydı ne de annesinden yiyeceği muhtemel azar! Tam o anda gözlerindeki sağanaktan önünü göremez olup kendini yerde buluverdi.
-Çok mu acıyor? Özür dilerim birden çıktın, duramadım! Neden bu kadar ağlıyorsun?
Bisikletini kenara atıp ona doğru saçını düzelterek koşan oğlanı görünce, Ece’yi unutuverdi. Ergenlik ne tuhaf şeydi!