Görenin düğün alayı sanacağı bir topluluk çayır çimen, çoluk çocuk, sere serpe uzanmış, bir yandan çalıp bir yandan dans ediyor. Ortalık rengi âlem; yeryüzünün her tonunu kuşanmış bu gam tasa bilmez insanlar, çevrelerinde gezinenleri mıknatıs gibi çekiyor. Koca memeli bir kadın, utangaç ama meraklı bir delikanlıyı elinden yakalayıp aralarına katıveriyor. Kadın başını arkaya atıp güldüğünde ağzındaki mağaraya düşüyor genç adam. Hemen yanı başlarında bir kadın, çiçekli eteğinin ucunu tuttuğu elini beline koymuş, diğer elinde, zillerinin aralarına renkli kurdeleler takılmış tefi çalarak iki adım sağa, üç adım sola sıçrıyor. Başını sağa sola her çevirişinde kınalı örgü at kuyruğu delikanlının omuzlarına çarpıyor.
Asmaların altına kurulmuş büyük masada oturan yaşlı kadının çevresi genç kızlarca sarılmış. El falı için sıra bekliyorlar. Kimse sırasını kaybetmeyi göze alarak dansa kalkmıyor. Küçük balık sürüsünü kuşatmış büyük köpek balıkları misali etraflarını kuşatan delikanlıları gözleri görmüyor. Oysa her birinin kalbi, içlerinden biri için çarpıyor.
Müziğe, coşkuya eşlik eden hayvanlar da var. Kazlar, ördekler paytak adımlarıyla ritmik ayakların altında kalmamak için oradan oraya kaçışıyor. Keçiler, dans eden kadınların ellerindeki tefler gibi, boynuzlarına asılmış kurdeleleri uçuşturarak ortada dolaşıyor. Koyunlar, beyaz yüzlerinde, boncuk siyah gözlerinin arasına konmuş pembe, mor, mavi, yeşil birer nokta ile cümbüşe eşlik ediyor.
Sonra aniden bir sessizlik oluyor. Tefler, akordeon, keman, zurna susuyor. Topluluğun cabbar kadınlarından biri sevinçli bir çığlık koparıyor. Bir kuzu dünyaya geliyor. İki gözünün ortasında hâlihazırda bir leke ile. Adını Yonca koyuyorlar. Kaldıkları yerden kutlamaya devam ediyorlar.