Serdar, sokak kapısının kapanmasıyla aynı anda oyun konsolunu açtı. Sonunda karısı dışarı çıkmıştı. İkisinin de evden çalışması bütün planlarını altüst ediyor, kendine zaman ayırmasına engel oluyordu. Oyun kolunu eline aldığında bütün vücudunu bir heyecan dalgası sardı.
Sağa tıkla, sağa tıkla…
“Oyunu başlatmak istiyor musunuz?”
“Evet.”
Saate baktı, bire geliyordu. Karısı, üçten önce eve gelemezdi. Oyun için tam iki saat! “Olmayan Ülke”… Bir haftadır onu içine çekip esir alan oyunun adı buydu. Son bölümüne gelmişti artık. İki saat içinde görevleri tamamlarsa ülkesini kurtaracak ve bir kahraman olacaktı. Ekranda bir yazı belirdi:
“Son Görev”
Artık hazırdı.
Serdar kapının açıldığını duyduğu anda kendine geldi. Zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştı. Karısının oturma odasının kapısından delici bakışlar attığını fark etti. Bu pek hayra alamet değildi.
“Yeni başlamıştım, canım,” dedi alçalan bir sesle.
“Öyle mi? Kurtarabildin mi bari olmayan ülkeyi?” Sorudaki kinayeyi sezmişti. Buna karşılık vermemesi gerektiğini bilecek kadar iyi tanıyordu onu.
Yerinden doğruldu, tam kalkacakken karısı durdurdu.
“Nereye, hayatım? Sandıklar kapandı çoktan.”
Serdar saate baktığında her şey için çok geç kaldığını anladı. Çaresizce oyun kolunu eline aldı.
Sola tıkla, sola tıkla…
“Görev Başarısız”
“Oyunu bitirmek istiyor musunuz?”
“Evet.”