Ölüyorum.
Ağzımın kenarından yastığın soluna damlayan salya belki de vücudumdan çıkan son sıvı. Başım üzerine toprak atılmış bir beden kadar ağır. Kalbimin boşluklarından kan sızıyor. Sol gözüm kapıda. Gölgemi görüyorum. Kanatlarım mı çıkmış? Beyaz kapının üzerindeki duman bedenimin alevi mi?
Odanın havası dünden daha sıcak ve boğucu. Gözüm kapının arkasındaki takvime ilişiyor. 30 Eylül… Nefes alabildiğim son gün. Bu savaşa değer miydi, kendimi feda ederek ölmeye. Acıdan ölünür mü? Kor kor yanarak…
Kanat çırpınışları duyuyorum. Ruhum bedenimden yavaşça yükseliyor. Kızıl renkli gövdemi son kez görüyor, uzunca bir sessizlikte süzülüyorum. Gözyaşlarım damlıyor gökyüzünden yatağıma. İlk defa kendime ağlıyorum. Zamana, yıllara, anlara… Yaşarken yaratamadığım hayatıma. Her yer kararıyor, yokluğum duvarların nemine karışıyor.
Ne zamandır buradayım? Dünyaya gözlerini yeni açmış bebek gibi titriyorum. Yanık kokusu geliyor kanatlarımdan. Tüm odayı kaplayan alev renkli kanatlar tüylerimle kaplanıyor. Havada uçuşan küller burun deliklerime doluyor. Büyüyorum, bedenim kanlanıyor. Nefesimi tırnak uçlarımda hissediyorum. Avuçlarım terliyor. Sesler zamanın gücünü baskılıyor. Kapı dev bir aynaya dönüyor, yansımam ışığın rengine karışıyor.
Korkmuyorum, kendime yetiyorum. Pençelerim beyaz çarşafı yırtıyor, yerlerde nar taneleri…
Doğuyorum.