Neşe saçıyor bugün. Hepimizin adını tek tek söyledi günaydın derken. Elindeki karanfilleri az bulunur bir türün son örnekleriymişçesine tutuyor. Dünyanın en önemli işini yapıyor edasıyla hediye ediyor her birimize. Günümüzü kutluyor. Bizler çiçekmişiz, daha güzellerini hak ediyormuşuz, yılda bir gün yetmezmiş falan. Neyse ki güzel söz söylemeyi bilmediğinden bu sahte kutlama uzamıyor. Yine de gülümsüyoruz.
Odada -ikisi erkek- yedi kişiyiz. Erkeklerden biri laf atıyor. “Bir an gelip bizi de bağrına basacak diye endişelendim.”
“Böyle fırsatları kaçırmaz,” diye mırıldanıyor yanımda Ayşe. Masasındaki karanfile tiksintiyle bakarken çantasından çıkardığı kolonyayla yıkıyor elini yüzünü.
“Çiçek verince düzelecek her şey değil mi? Her gün yaptığı eziyeti de unutacağız, balık hafızalıyız ya!” Kalkıp masa masa dolaşıyor, kolonya veriyor her birimize, evine misafir gelmişiz gibi.
“Bakalım hangimize mesai kilitleyecek bu akşam?”
“Bana değil!” diyor net bir ifade ile Ayşe. Şaşırıyoruz itiraz etmesine. Genellikle erkek arkadaşlar ya da o kalır mesaiye. Bizim çocuklarımız var, aramızdaki tek bekâr o.
Şahin’in eşi arkadaşları ile program yapmış, çocuklara o bakacakmış, Murat şehir dışında bir müşteriye, Elif de çıkışta doktora gidecek. Müdürden izin almak güç, mesaiden sonraya ayarlıyoruz randevuları.
“Bugün iyiliği üzerinde, belki de mesai lafı etmez,” diyecek oluyor Elif.
Ayşe patlıyor: “Neden kimse sesini çıkarmıyor? Yeter. Modern yaşamın köleleriyiz. Sömürülmeye izin veriyoruz. Sözde eşitlik istiyoruz, ama kimse elini taşın altına koymuyor. Hiç olmazsa bugün birbirimizi destekleyelim. Susmayalım, korkmayalım, itaat etmeyelim.”
Anlıyoruz; akşam yapılacak gece yürüyüşüne katılacak. Dayanışmayı büyütmek istiyor. Haklı, alacaklıyız. Sadece korkularımızla yüzleşecek cesaretimiz yok. Son cemre ne zaman düşecek?