Soran olursa ömrümün şiir gibi akıp gittiğini söylüyorum. Sonra birkaç mısra hatırlıyorum. “Masa da masaymış ha” diyor içimde bir ses. “Kimi seviyordu kimi sevmiyordu/Adam masaya onları da koydu” diye mırıldanıyorum. Bu şiirin sesi bana uymuyor sanki. Mısraların cinsiyeti var gibi; erkek, kendinden emin, kararlı ve minnet dolu.
Aynaya bakarken kırık dökük, eksik gedik mısralar düşünüyorum. “Fatih’te yoksul bir gramofon çalıyor.” En son ne zaman yüzümü böyle seyrettiğimi hatırlamıyorum. Yansıması ile işi olmayan, onu önemseyip halini hatırını sormayan kadınlardanım işte ben de.
Yüzüme özlemle bakıyorum. Ben mini minnacık bir çocukken annem bakardı yüzüme böyle. Uzun zamandır görmemiş gibi, bir çiçek demetini uzaktan seyrederken birazdan uzun uzun koklayacakmış gibi…
Annemi düşünüyorum şimdi. Ceplerim kelimelerle dolu. Annemin, oyundan dönen sıska vücudumu kollarında doyasıya sarıp sakinleştirdiği yaşındayım. Tüm ceplerim kelimelerle dolu, evlatsız…
İçim ateş böcekleri gibi karanlıkta. Işık dolu, umut dolu, sanki sakin bir okul yolu. Alnımda kaşlarıma paralel çizgiler var. Aynadaki yansımamı ne de güzel selamlıyorlar. Dudaklarımdan çeneme doğru, dikine mevcudiyetler; aynadaki görüntümü bölüp parçalıyor sanki. Yansımam paramparça.
Rüzgârın ılıdığı bu sabahta, ilk kez olgun bir kadın olduğumu fark ediyorum. Yüzümün eskidiğini içimdeki afacana anlatmaya çalışıyorum. Papatya mı desem, mor bir leylak mı? Bilmiyorum. Ama bir çiçek gibi hayatın içine açılıyorum, mis gibi kokuyorum.
Yeni hayatımın ilk gününü selamlıyorum. Dünlere inat, yarınlara umut dolu bakıyorum. Bir ilkyaz sabahından farksızım ben de. Gençliğimin son gününe bir destur çekiyorum. İlk defa son gençliğimi selamlıyorum.