Yağmurlu akşamlarda otobüsle işten eve gitmenin en güzel yanı, pencere kenarında yer bulmaktı benim için. Buğulu sokakların yansımasına başımı yaslar, başka dünyalara dalardım. Bugün ise, çiseleyen bulutlarla köşe kapmaca oynayan kedileri görünce öylece kalakaldım. Nereden aklıma gelmişti ki şimdi o gece?
Çok sevdiğim, tüylerini okşamaktan zevk aldığım Tekir, evden kaçtığında küçücük bir çocuktum. Ardından ne kadar ağladıysam artık; dedemin beni kucağına alıp: “Bazı hayvanlar soğuk zamanlarda uzunca süre uyurlar,” deyişini hatırlıyorum. Şimdi düşünüyorum da ona inanacak kadar safmış çocukluğum. Tertemiz olmak, öyle kalmak, sadece anın güzelliğini düşünmek… Ne güzelmiş öyle değil mi?
Birkaç hafta geçmişti sanırım, yemek vaktiydi. Ellerimi yıkamam için ısrar eden büyüklerime naz niyaz ederken kapıdan tırmalama sesleri duymuştum. Dedemle ninemi çağırıp beraber açmıştık kapıyı. Sonrası mı? Benim çığlıklarımla dolmuştu ortalık. Tekir ve yanında üç küçük tüy yumağı vardı. O kadar çok sevinmiştim ki sevinçten yerimde duramamıştım. Minikleri kucağıma aldığımda soruvermiştim birden:
“Annem de döner mi uyuduğu yerden? Hani uzaklardaydı ya uyuyor demiştiniz ya, gelir mi dedem?”
Uzun bir sessizlik…
Sonrasında ise onların gözyaşları benim kahkahalarıma karışmıştı.