1968 yılında Trabzon’da doğmuştur. Yedi yaşından beri ailesinin de desteği ile çok iyi bir okurdur. 1991 yılında İstanbul Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi’nden mezun olmuştur. Evli ve iki çocuk sahibidir. En büyük ilgi alanı, kariyeri boyunca hep daha çok zaman ayırmak istediği edebiyattır.

Toplum olarak da dünya olarak da çok zor günlerden geçtik. Geçtik demek istiyorum, kötü zamanların bitmiş olmasını diliyorum. En azından hayatın her zamanki kadar zor olmasın istiyorum. Salgın hastalık üzerine ekonomik kriz olmasın yani, mümkünse bitsinler,  gitsinler. Zerre umudumun kalmadığı zamanlar oldu. Umudumun yeşerdiği anlar da oldu sonra, küçük küçük birleştiler ve yüzümü güldürdüler. Elbette yüz yüze görüşüp konuştuğum insanlar sayesinde. Sosyal medya dipsiz karanlık bir kuyu, içine düşerseniz çıkamıyorsunuz. En iyisi sosyallik, en iyisi konuşmak, en iyisi beraber gülmek, beraber ağlamak.

Aynı ülkeden göç edip gelmiş, iki genç kadınla konuşuyoruz. İkisi aynı zamanda çocukluk arkadaşı, eski günlerini anlatıyorlar bana. Birinin evi diğerinin evinin iki sokak yukarısındaymış, çok iyi arkadaşlar ya her gün birbirlerinin evine gidip gelmek isterlermiş.  Daha yumuşak huylu görünen, yolu düzgünce yürür gidermiş. Diğeri ise aradaki komşunun evini kullanırmış geçiş olarak. İşin komik tarafı,  komşu bundan hiç hoşlanmazmış.

-Her sabah gider ön kapılarında dikilir, ‘Açın kapıyı geçeyim’ diye bağırırdım. Sinir olurlardı bana, inat eder beklerdim, ‘Açın şu kapıyı lütfen’ diye bağırır dururdum. Bir süre sonra dayanamaz açarlardı.

Gözlerinden gülmekten yaş geliyor ikisinin de, ben de onları o küçük halleriyle düşünüp gülüyorum. O kadar güzeller ki kimbilir çocukken nasıl sevimliydiler, kapıyı açmak istemeyen komşuya kızasım geliyor hatta.

-Kadın haklıydı, işi gücü vardı ve benim için hem ön hem arka kapıyı açıp tekrar kapamak zorundaydı. Yol da yürünmeyecek bir mesafe değildi aslında, nedense hep o evden geçmek isterdim.  Sonraları bahçelerine köpek aldılar, bir nedeni de beni korkutmaktı galiba. Korkardım köpekten, uyuduğu zamanları kollar, yavaşça bahçeden geçer, yine kapılarında biterdim. ‘’Açın lütfen kapıyı‘’ diye başlardım.

Evlerini özlüyorlar bir yandan da farkındayım, ‘’Güzel anılardan bahsedince özlem duygusu azalıyor sanki, ben de bunu acı bir şekilde öğrendim kızlar, pek çok insan gibi, anlatın lütfen, anlatın.”

Pek çok İstanbullu gibi toplu taşıma kullanıyor, haftanın bazı günleri metrobüse biniyorum. Kendine ait kuralları var, trafiğin ters yönünde akması dışında. Birkaç tane peş peşe geldiğinde, arkadakiler daha boş oluyor, ön kapıdan binersen yer boşalma ihtimali daha fazla oluyor. Otobüslerin aksine asla genç biri kalkıp size yer vermiyor. Kimse telefonundan başını kaldırmıyor zaten. Ön tarafta bir kişilikten geniş, iki kişilikten dar iki koltuk var. Genelde onları gözüme kestiriyorum, oturan kişileri gözümle değerlendirip, iyi, düzgün insan olduklarına kanaat getirirsem, “Şöyle yanınıza ilişebilir miyim?’’ diye gidip ilişiveriyorum. İyice cama doğru çekilip oturacağım alanı genişleten de oluyor, istifini bozmayıp içinden ‘’Oturabilirsen otur,  şişman kadın sığmazsın sen oraya‘’ diyen de. Asla yılmıyorum, Orta Asya’dan göç eden atalarım gibi yerleşiyorum valla.

Dönüş yolculuklarımdan birinde, beni cam kenarına geçirip kendi daracık yere geçen genç bir adamla tanıştım.

-Üstüm çok pis abla, işte bir kaza oldu da kusura bakma.

Ne önemi var diyorum, farkına bile varmadım, ayrıca ben sizi yerinizden ettim. Utandırmayayım diye camdan dışarı bakıyorum,  malum İstanbul trafiği ise bütün sevimsizliğiyle dışardan bana bakıyor.

-İstanbul sizin olsun abla, ben çalışmaya geldim döneceğim. Nasıl dayanıyorsunuz bu yollara, bu kalabalığa.

-Seninle aynı sebepten, çalışmak zorunda olduğumuz için.

Sonra laf lafı açıyor, Tokat’tan geldiğini, eski binaların yıkımında çalıştığını, üstüne başına özen gösterdiğini ama bugün birinin yanlışlıkla paydosta ortaya toz saçtığını anlatıyor. Kimbilir nasıl bir yerde kalıyor, çamaşır yıkama imkânı var mı yok mu, düşünüyorum.

Konuşmayı seviyor,  karısını,  çocuklarını, anlatıyor. Sohbetin en güzel tarafı da benim emekli olup yine çalıştığıma inanmaması oluyor. Genç görünüyorum ona “Ne emeklisi abla” diyor. Yaşımı soruyor söylüyorum, “Bizim köyde senin yaşındakiler senin gibi genç görünmez” diyor.

Yol arkadaşımla birbirimize hayırlar,  uğurlar dileyerek ayrılıyoruz. Bir metrobüs yolculuğunun daha sonuna geliyorum.

Kendi adıma insana insandan başka çare yok diyorum. İyi insanlar seçip onlarla yan yana durmalıyız. Sıkı bir dostun sizi güldürdüğü gibi hiçbir film güldürmez. 2022 sizi çok güldürdükleri bir yıl olsun.