– ¿Alguna pregunta?
……….
– Any questions?
21 Ocak 2012… Buenos Aires doğumlu ve “El Flaco Dany” lakabıyla tanınan, efsanevi tango hocası Daniel García ve Rumen partneri Lucia Mirzan tek günlük bir eğitim vermek üzere İstanbul’dalar. “Composition of the Dance & Adornos” isimli bu atölye için Beyoğlu’nda, -yanlış hatırlamıyorsam- İngiliz Konsolosluğu yakınlarındaki bir binanın yüksek tavanlı, geniş, aydınlık dairesindeyiz. Tango tutkunu tüm katılımcılar, gerçek bir milonguero’dan ders alacakları için son derece heyecanlılar. El Flaco’nun epeyce yaşı olduğunu duymuştum ama çok ilginç, yaşlı görünmüyor! “Flaco” lakabı, fiziğiyle mükemmel örtüşmüş çünkü sahiden de incecik bir adam, bir gram fazla yağ yok bedeninde! El Flaco, partneri Lucia’ya İspanyolca bir şey söylüyor, Lucia da onu anında İngilizceye çeviriyor bizim için: “El Flaco, altmış yılı aşkın bir süredir yaptığı bu dansta deneyimlediği kadarıyla…” Altmış yıldan fazla bir süre boyunca tango yapmak mı? “Vaaaayyyyy!” diyorum içimden. Sonra gene İspanyolca bir şey söylüyor Lucia’ya, Lucia’dan hemen geliyor İngilizcesi ve fonda -tam on yıl sonra hafızam beni yanıltmıyorsa eğer- Carlos Gardel’den bir tango çalıyor: “While dancing, think that your partner is a piece of diamond which has never been touched before.” (“Dans ederken partnerinizin, daha önce hiç dokunulmamış bir elmas olduğunu düşünün.”) Ve anlatıyor, dans ediyor, hareketlerini “yavaş çekime alıp” her birinin üstünde ayrı ayrı duruyor, figürlerin ne anlama geldiğini söylüyor. Daha sonra, aynı figürleri bizim yapmamızı istiyor. Her çifti yakın markaja alıp büyük bir dikkatle izliyor. Hatalarını saptıyor. “Sözlü sınav” sırası, partnerimle bana geldiğinde hiçbir şey demeden birkaç dakika boyunca ikimizi gözlemliyor. Sonra benimle dans ediyor ve partnerime dönüp İspanyolca bir şeyler söylüyor. “İspanyolcanın müziği ne güzel!” diyorum içimden o an, “Şahane bir lisan bu!” Lucia hemen aydınlatıyor bizi: “He says,” diyor partnerime, “You are not taking care of the woman you’re dancing with. You’re giving too much attention to your own steps, not her.” (“Dans etmekte olduğun kadını umursamıyorsun. Kendi adımlarına veriyorsun dikkatini, ona değil.”) Zaman uçup gidiyor. Tangoyla dolu, olağanüstü bir günün sonuna geliyoruz. Gene bir başka Carlos Gardel var fonda. El Flaco ile Lucia, salonun ortasına yürüyüp yüzlerini bize dönüyorlar. “¿Alguna pregunta?” diyor El Flaco. Koca salonda çıt yok. Herkes Lucia’ya bakıp merakla çevirisini bekliyor cümlenin. “Any questions?” sorusu çıkıyor Lucia’nın ağzından. “Var mı sorusu olan?” Sorum var mı sahi? Düşünüyorum. Bir iki kişi İngilizce bir şeyler soruyor Lucia’ya. Dinleyemiyorum. Odaklanamıyorum. O an bildiğim tek şey, İspanyolca bilmediğim. Başka hiçbir şeyin önemi yok. Yaşayan bir tango devi var karşımda. Adam ta Arjantin’den kalkıp gelmiş, okyanusu aşmış bu eğitim için. Koca bir ömür vermiş tangoya. Sayısız kadınla dans etmiş. Hangi ustalardan ders almış, şimdiye dek kaç öğrencisi olmuş, kim bilir… And do I have any questions? Yok, tek bir sorum bile yok! İspanyolca bilmediğime yanıyorum ben! İleri seviyedeki İngilizcemin de canı cehenneme! El Flaco ile direkt iletişim kuramıyorsam şu an, ne değeri var ki İngilizcemin? Ve eğitim bitiyor. İki eğitmenimizle birlikte toplu fotoğraf çektiriyoruz. Mantomu giyiyorum. Salondan çıkmak üzereyim. Yanına gidiyorum El Flaco’nun. Elimdeki fotoğraf makinesini görüp göz kırpıyor. Lucia’ya sesleniyor. Bana sarılıyor bu incecik, sarışın, mavi gözlü adam. Objektife bakarken gülümsüyoruz ikimiz de. Hayatımın en mutlu anlarından biri! Fonda gene Carlos Gardel çalıyor. Dışarı çıkıyorum ve İstanbul’un hoyrat kışı yanaklarımı ısırırken bir karar alıyorum: Ne yapıp edip İspanyolca öğreneceğim. Hatta öyle kurslarda filan da değil, okulunda eğitimini alacağım bu lisanın ve bir gün Buenos Aires’e gidip orada tango yapacağım. Hocaların ne dediklerini anlamak için çevirmenlerin ağzına bakmayacağım o şehirde. Çevirmen istemiyorum artık. Aracı istemiyorum, ı-ıh! Ben ve eğitmen sadece… Ben ve tango yaptığım adam… O kadar. Hacen falta dos para bailar un tango. Tango iki kişiyle yapılır çünkü.
Birkaç ay sonra, hayatımda ikinci kez üniversite sınavına giriyorum ve tek tercihim olan İstanbul Üniversitesi İspanyol Dili ve Edebiyatı bölümünü kazanıyorum. Yıllar yılları kovalıyor. Mezun oluyorum. Buenos Aires’e gidiyorum. Orada deneyimli tango eğitmeni Gustavo Benitez’den de dersler alıyorum, Ulusal Tango Akademisi’ndeki eğitimlere de katılıyorum ve tangonun efsanevi şarkıcısı, söz yazarı ve besteci Carlos Gardel’in, bugün artık bir müze olan ve zaman zaman tango okulu olarak da kullanılan evindeki atölyelere de gidiyorum. Eğitmenlerimizden bir kısmı; figürleri bize göstermekle kalmayıp onların, kadın – erkek ilişkisindeki olası karşılıklarına da değiniyor. İşin iyice derinine iniyorlar yani, felsefesine. Ve bütün bunları elbette ki İspanyolca anlatıyorlar biz öğrencilerine. Anlıyorum dediklerini. Anladıkça gülümsüyorum. El Flaco’yla o günümüzü hatırlıyorum ve Carlos Gardel şarkılarını ne kadar çok sevdiğimi düşünüyorum.
Bugün 11 Aralık. Ben bu yazıyı yazarken Dünya Tango Günü kutlanıyor çünkü tangoya yön veren ismin, Carlos Gardel’in doğduğu gün bugün.
Gardel bu dünyadan göçeli uzun yıllar olmuş… El Flaco da hayatta değil artık… Ve Dünya Tango Günü’nde, her ikisini de tüm kalbimle anıyorum şu an. Toprakları bol olsun.