Yazar. Ayrıca Medyascope'ta Zeytin Dalı ve Sabun Köpüğü programlarını hazırlayıp sunuyor.

Uçak kıpır kıpırken yanımda oturan genç teknisyenin neden İzmir’e gittiğim sorusuna verdiğim cevap bu yazının ana fikrini oluşturuyor. Genç teknisyenin yüzüme bakarak sessizliği tercih etme tepkisini ise elbette anlamak mümkün. İzmir bu anlamda hayatımda hiç unutmayacağım bir buluşmanın kesişme noktası oluyor. 

Ağır ve derin bir konu beni bekliyor. CMO Future Business Sempozyumu’ndaki oturumlardan birinde moderatörüm. Konu ise sempozyumun içeriğine farklı bir yaratıcılıkla bakma şansını verecek bir husus içeriyor: Cesaretin bireysel yaratıcılığı… Hem heyecanlı hem de gerginim. Türkiye’nin kırk yılına mal olmuş ağır bir konuyu masaya yatırmanın kolaylaştırıcısı olmak “kolay” değil. Heyecanım bu yüzden. Gerginliğim ise, özellikle genç insanları yiyip bitirmiş bir yapıya serinkanlı bakamayacağımla ilintili. 

 

Kırk Yıl

Eski Emniyet Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürü Furkan Sezer’le karşılaşmam hemen o gün olmuyor. Sözleşip ertesi gün, oturumdan iki-üç saat önce kaldığımız otelin sarmaşık desenli bir duvarının önünde buluşuyoruz. 

Furkan Sezer, 1980’li yıllardan itibaren, devletin çoğunlukla bilerek göz yumduğu tarikatlardan biri olan Adnan Hoca Tarikatı’nın çökertilmesinde çok önemli rol oynayan bir isim. Aslında bu oluşuma tarikat demek ne ölçüde doğru, emin değilim. Daha çok bünyesine alıp öğüttüğü kesimlerin farklılığı düşünüldüğünde tarikattan çok bir kült olma özelliği taşıyan bu yapı, Sezer ve ekibi tarafından 2018 yılında geri dönülmez biçimde ifşa edildi. Bundan önceki denemelerde (en belirgini 1999 yılındaydı) hemen her sefer önü kesilen emniyet teşkilatının bu kez kat ettiği yol gerçekten çarpıcıydı. Bu açıdan Furkan Sezer’in taviz vermeyen duruşunu çekilen belgesellerden biliyordum, ama kendisiyle konuştukça karşımda duran kişinin bu işi tavizsiz gerçekleştirirken karşılaştığı zorlukları içtenlikle, samimiyetle ve insani bir sorumlulukla aktarması, onun, aynı zamanda süreç boyunca da bu özellikleri ruhunda taşıdığının kanıtıydı. Bu üst düzey emniyet görevlisinin tarikat üyelerini yakalama konusundaki kararlılığı ve azmi, kanun ve düzeni koruma konusundaki kararlılığını da ortaya koyuyordu. Bu da operasyonun sonunda karşısına çıkacak bir bedel anlamına geliyordu elbette! 

Kilis Polisevi Müdürlüğü’ne sürülen Sezer, kısa bir süre sonra istifa etti ve yaşamına bambaşka bir rota çizdi. Hâlihazırda, yaptığı işi, onu korumak anlamında burada belirtmemekte yarar görüyorum. Her ne kadar korkmadığını ısrarla ifade etse de Adnan Hoca ve ekibinin hem Türkiye’de hem de yurtdışında ne kadar güçlü bir köke sahip olduğunu ve Yargıtay’daki süreci beklediğini hepiniz gibi ben de biliyorum. Bu yüzden, Furkan Sezer içinin bu anlamda rahat olduğunu belirtse ve asıl gelişmenin buradan sonra yaşanacağını ifade etse de şu aralar nerede ve neyle uğraştığı konusu buraya not düşülmemeli.

Ya diğer zorluklar? 

2018’deki bu zorlu operasyonda emniyetin planlarını istemeden de olsa sabote edebilecek birçok bireysel müdahale ile karşılaşıldığını dile getiren eski şube müdürü, devletin farklı kuruluşlarından, belki de devlet dışından ve en önemlisi çocuklarını örgüte kaptırmış ailelerden kaynaklı zorluklara değiniyor. Önceliklerini oluşturdukları strateji planı çerçevesinde belirlediklerini ve bu anlamda duygusal sınavlar verdiklerini de ifade etmekten çekinmiyor.

Özellikle genç kadınlara yönelik ağır bir baskı ve aşağılama ağını koza gibi işleyen bu yapının, mağdur aileler cephesindeki travması son derece hazin. Ancak bundan çok daha hazin olan ve iç burkan bir yan daha var: O da kadınların aldığı yaralar… Özelikle yapının dışına çıkabilmiş olan kadınların verdiği ifadelerle bu “örgütü” çökertme operasyonunu başardıklarını dile getiren Furkan Sezer, “onlar olmasaydı başaramazdık” demeyi de ihmal etmiyor. Bu kadınların cesareti sayesinde gerçekleşen bu operasyonun kadınlar cephesindeki boyutu elbette çok ağır. Özellikle “benlik” kırma noktasında “turnike” adı verilen insanlık dışı bir “sistemle” 24 saat içerisinde yaklaşık 20 tecavüze maruz bırakılan gencecik kadınlar bunlar. Ve ifade verirken yaşadıkları cehennemi defalarca ve ruhen yaşamak durumunda kalsalar dahi, geri adım atmamış olmaları, onları kamuoyunun “kedicik” diye tanımladığı kimlikten kendi cesur kimliklerine taşıyor. 

Öte yandan şunu teslim etmek de çok önemli: Artık ayakları üzerinde durabilen bu kadınlar sayesinde devlet şiddetinin tarikat şiddetine, tarikat şiddetinin örgüt kalpazanlığı, kurnazlığı ve maçoluğuna evrildiği bu yerde, bizim gibi insanların mücadelesi yeni başlıyor. En azından artık halının altına süpürülecek tozlar gözüyle bakamayacağımız çok keskin, 40 yıllık bir gerçekle karşı karşıyayız. Henüz bitmemiş olan bu davayı bitirecek olansa, olsa olsa bizlerin vicdanlarıdır. Niye sustuğumuz, görmezden geldiğimiz ve tüm bu olup bitenlere sağır kaldığımız… Yani daha kapsayıcı bir adalet ise aradığımız; böyle… Kısaca, her şey yeni başlıyor. “Herkese rağmen bir şey yapmak çok kolaydı,” diyen Furkan Sezer’in “herkes gitti her şey kaldı,” cümlesini burada hatırlamak da bu yüzden farz oluyor.