İstanbul Bilgi Üniversitesi Medya ve İletişim Bölümü mezunu ve çift ana dal yaptığı Sanat ve Kültür Yönetimi bölümünde son sınıf öğrencisi. Okumak ve araştırmak en çok sevdiği iki şey. Toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadın hareketi gibi konular ilgi alanlarının başında geliyor ve bunlar üzerine yazıp çiziyor.

Son bir yıldır hayatımda ne olursa olsun, işlerim ne kadar yoğun olursa olsun her ay, ayda bir kez tırnaklarımı yaptırmaya gidiyorum. Bu benim yoğunluğa, yorgunluğa ve hayata karşı bıkmışlığıma bir isyan olarak değişmeyen bir rutin. Zaten tırnaklarım da benim için çok önemli, ojesiz dolaşmaktan asla hoşlanmıyorum.

Öte yandan kuaför, güzellik merkezi ve tırnakçı gibi kadınların çoğunlukta olduğu yerlerde vakit geçirmek bana iyi geliyor. Bu mekânlar biz modern kadınların kadınlıklarını yeniden inşa ettiği yerler. Bu yeniden inşa süreci beni hep büyülemiştir. Sadece bununla da bitmiyor bu yerlerin işlevi. Kimi zaman diğer müşterilerle günlük dertlerimizi konuşurken kimi zaman da mesela ağdacımıza bir anda hayatımızın en mahrem sırlarını anlatırken buluruz kendimizi. Bu ağdacı meselesi özellikle üzerine uzunca yazılacak bir şey ama bu yazının konusu değil.

İşte yine bir gün herkesin gündelik konulardan konuştuğu bir tırnak seansındaydım. Bilmeyenler için, protez tırnak yaptırması veya bakımı ortalama iki buçuk-üç saat süren bir işlem yani birkaç terapi seansına denk gelebilecek bir süre bu. Bu tırnakçıda da diğer tırnakçılarda olduğu gibi aynı anda birkaç milletten kadınlar çalışıyor. Bunlar genellikle, Rusya, Ukrayna, İran veya Özbekistan gibi ülkelerden gelen kadınlar. Anladığım kadarıyla bu ülkelerde bizden çook daha önce bu “protez tırnak” mucizesi ortaya çıkmış ve ülkemizde de moda olunca, tırnak işinde çok iyi olan bu kadınlar bizim tırnakçılarda çalışmaya başlamış.

O gittiğim gün, Ukraynalı ve İranlı çalışanlar vardı. Kafanızda canlanması için biraz ayrıntı vereceğim. Çoğunuzun bileceği klasik bir güzellik merkezi diyebiliriz burası için. Aynı anda tırnak yapan dört kadın yan yana masalara dizilmiş bizlerin tırnakları ile uğraşıyorlardı. Buranın artık müdavimi olduğumdan hepsinin ismini ezberleyemesem de bu kadınları tanıyordum. O gün uçaktan yeni inmiş ve eşyalarımı eve bırakıp, koştur koştur ilk önce tırnakçıya gitmiştim, haliyle yorgun ve dalgın olduğum bir gündü. Aynı zamanda sosyal medyada gördüklerimin de etkisiyle kafamda hep aynı konu dönüp duruyordu: İran’da yaşananlar. Tırnağımı yaptırmaya başladıktan bir süre sonra yan masamda başka bir müşterinin tırnaklarıyla uğraşan ve adı Mahsa ile çok benzer olan çalışanın İranlı olduğu aklıma geldi. Sonra konuşma arasında orada durumun nasıl olduğunu sordum. Bana verdiği cevap, her gün tüylerinin diken diken olduğu ve çok endişe duyduğuydu. Oradaki arkadaşlarından ve ailesinden konuştuk. Çok fazla ayrıntı vermedi ama hareketleri ve ses tonu zaten çok fazla şey söylemişti. Sesi ağlamaklıydı. Sonra hep birlikte konuyu değiştirip bütün rejimlerin neden biz kadınlarla derdi olduğunu konuşmaya başladık.

Size dedim, seviyorum buraları. Bazen kadının üzerindeki tahakkümün tam olarak kurulduğu alanlar olsa da, bazen de minik isyanlarımızın tam merkezi böyle yerler. Bir süre sonra bu sefer solumdaki masada konuşulanlara kulak misafiri oldum. Yan masadaki çalışan Ukraynalıydı. Ülkesinde ekonomi lisansı ve yüksek lisansı yapmıştı. Tırnağını yaptığı kişiye, Türkiye’ye birkaç sene önce geldiğini ve burayı çok sevdiğini anlatıyordu. En çok Ege’yi seviyordu, çok fazla yer de görmüştü Ege’de. Ama bu yaz hiç dolaşmadığını söyledi. Ona nedeni sorulduğunda, açıkçası benim aklıma ekonomik sebeplerden başka bir şey gelmemişti. Ama onun cevabı farklıydı. Ukrayna’da olanlar onu çok üzmüştü ve ne yapacağını bilmiyordu. Orası böyle bir haldeyken gezmek ona iyi gelmeyecekti. Bunu duyunca belli etmemeye çalışsam da tam anlamıyla şoke oldum. Ama bu sadece onun cevabına karşı hissettiğim bir şey değildi. Bu nasıl anlatılır bilmiyorum. Bir filmin içinde gibi hissettim kendimi. Farklı ülkelerde doğsak da hepimizin bir sürü ortak derdi vardı evet ama o anda konuşulan dertler çok büyüktü. Savaşlar, direnişler, ölümler…

Birimizin ülkesinde aylardır süren bir savaş vardı. Diğerinde kız kardeşlerimiz sırf başları açık gezdiği için ahlak polisleri tarafından öldürülüyordu. Ülkemize bu açıdan bakınca insan şanslı olduğu illüzyonuna kapılıyor ama bizim de aşağı kalır yanımız yoktu.

O salona sanki seçilip koyulmuştuk. Halbuki o an, o rengârenk salonda tırnaklarımızın rengi, şekli veya hangi “nail art”ı yaptıracağımız olmalıydı gündem sadece. Hani “bir elimde cımbız, bir elimde ayna, umurumda mı dünya”ydı. Ne ara aynaya kız kardeşlerimizle dayanışmak uğruna saçlarımızı kesmek için bakar olduk. Ne ara cımbız sadece kılları değil bizim dertlerimizi de çeker oldu. Ne ara dünyanın dertlerinden kaçmak için gittiğimiz o küçücük salonda bile “SAVAŞ” konuşur olduk. Her şey çok absürt geliyor…

Olanlar ve bu olanları geldiğimiz zaman diliminde hayatımızın her alanında konuşmadan duramıyor olmamız canımı yakıyor. Tarihte örneklerini çok kez gördüğümüz ve sonunu bildiğimiz senaryoları baştan izlemek kahrediyor insanı. Tırnaklardan bahsederken böyle bir şeye bağlanacağını beklememiştiniz belki. Ama anlattığım hikâye de gösteriyor ki en beklemediğimiz anda vuruyor gerçekler yüzümüze tekrar tekrar.

O gün o salondan çıktığımda yaşadığım şeyin gerçekten olup olmadığını sorguladım. Siz de belki şu anlattığımı benim kafamdan sallayıp sallamadığımı merak ediyorsunuzdur. Bu anlattıklarım gerçek olsun veya olmasın, yaşanmış olsun veya olmasın önemli değil. Geldiğimiz zamanda hâlâ bir savaş olduğu gerçeği ve dibimizde kadınların sırf başörtülerini takmadıkları için ahlak polisleri tarafından öldürülüyor olduğu gerçeğini değiştirmiyor bu anlattıklarım.

Değişmeyen bir gerçek daha var. Biz kadınlar tırnaklarımızla, saçlarımızla, başörtülerimizle, giydiklerimizle, bedenlerimizle ve seslerimizle varız, ve bir aradayız. Bizi farklı seçimler yaptığımız için ayırmaya, birbirimize düşman kılmaya çalışan bütün erklere karşı farklı dillerden, renklerden, inançlardan kadınlar bir “tırnak salonunda” bir araya gelip, sizin açtığınız yaraları birbirimizi dinleyerek ve renklenerek saracağız.