Doksanlı yılların başında bilim insanları – o zamanlar bilim adamları denirdi, kadınları yok sayma eğilimi hâlâ devam ediyordu- dünyanın insan eliyle ısıtıldığını, güneşin dünyadaki yaşama zararlı ışınlarını süzen ozon tabakasının inceldiğini ve yer yer delindiğini duyurdu. O zamandan bugünlere iklim değişikliği üzerine yüzlerce toplantı, on binlerce makale yazıldı, araştırmalar, hesaplamalar yapıldı. Bilim insanları ve “çevreciler”, “yeşiller” eylemler yaptı.
Bugün geldiğimiz noktada artık iklim değişikliği değil iklim krizi diyoruz ancak bu aslında başlıkta da ifade ettiğim gibi tam bir yönetim krizi, devlet başkanları, büyük şirket yöneticileri, sanayiciler, pazarlamacılar, geçimini fosil yakıttan, fosil yakıtla çalışan araçlardan sağlayanlar, ithal kömürle çalışacak termik santrallerin inşası için rüşvet alan, rüşvet verenlerin otuz yıldan daha uzun süredir bilime ve gerçeklere sırt çevirmesinin, kulak tıkamasının, kısa vadeli menfaatleri için kulaklarını tıkamasının sonucu bu kriz ve hâlâ hatalarından ders almış ve aymış değiller.
Bir başka yanılgı da çevrecilerin, yeşillerin dünya ve çevre için çalıştıkları algısı. Üzerinde yaşadığımız gezegen insanlık var olmadan önce de vardı, iklim krizi türümüzü yok etse devar olacak. Çevreciler olarak aslında türümüzün ve dünya üzerinde yaşayan diğer türlerin devamının takipçisiyiz yani. Bugün dünya üzerinde iklim krizi ile mücadele için yapılmış en son anlaşma Paris Anlaşması ancak bu anlaşma maalesef kozmetik, sorunu tam olarak çözmek yerine şımarık mirasyedilerin mirası bölüşüp tüketmek için vardığı bir konsensüs.
İklim krizi konusunda sıradan insanlar olarak herkes bir şeyler yapmaya çalışıyor, daha az tüketmek, suyu daha verimli kullanmak, otomobil yerine toplu taşıma kullanmak, elektrikli araç kullanmak, plastik poşet yerine uzun süre aynı bez poşeti kullanmak ve hatta eskisinden daha kısa hızlı duş almak gibi. İklim krizi konusunda bireysel çabalar müthiş ancak yüz binlerce insanın daha az su harcaması, daha az tüketmesi, plastikten uzak durması önemli olsa da mesela filtresiz çalışan bir termik santralin yarattığı dev çevre kirliliği, ısı artışı karşısında bir yaz günü yere düşmeden havada yeniden buharlaşan yağmur damlası gibi kalıyor.
İklim krizi ile mücadele konusunda en isteksiz ve en suçlu iki kesim simbiyotik bir yaşam biçimini benimsemiş, çokuluslu dev şirketler ve en demokratiğinden en baskıcı rejimine neredeyse -iklim krizi sonucu sular altında kalacak olan üç-beş ada devletini saymazsak tabii- bütün devletlerin yöneticileri. Artık elle tutulan, gözle görülen, kokusu alınan, tadı duyulan, sesi kulaklarımızı tırmalayan yani bütün duyu organlarımızı alarma geçiren ilkim krizinin hem müsebbibi hem de sağır sultanı olan bu iki kesim hâlâ el ele bir arada İngilizce “Too big to fail” yani “kaybetmek için çok büyük” olan sözde sürdürülebilir zenginlik ve varlıklarını her şeye rağmen geçici kârlarını sürdürmek için ısrarla topu taca atıyorlar. İşte ABD’nin geçen dönem başkanlığını yapan Donald Trump ise bu simbiyotik ilişkinin en nadide örneği sayılabilir. Trump başkanlığı öncesi ve sonrasında iklim krizi ile mücadeleyi adeta bir düşman olarak algıladı ve medeniyetimizi yok edecek insan eliyle yaratılmış bu korkunç krizi her fırsatta körükledi. Trump ve benzeri politikacılar, onların kimi zaman yardakçısı kimi zaman ise patronu olan çokuluslu “köhne” şirketler ve o şirket yöneticileri de iklim krizi ile mücadeleyi geciktirmek, sekteye uğratmak, gündelik kısa dönemlik kârlarını üç-beş gün daha ileri taşımak için zaten kırılgan olan medeniyetimize her geçen gün daha çok zarar verdiler. Hatta kimi zaman iklim krizi ile mücadeleyi bile ekmeklerine katık ettiler, ediyorlar.
Bugün iklim krizini durdurmak için en az bir akademik çeyrek geç kaldık, yani arayı kapatmak için yapmamız gereken şey aynı ahmakça hataları yüzlerce yıldır yapan çoğunlukla 60 yaş üzeri, çoğunlukla zengin veya zenginleşmiş, semirmiş, çoğunlukla erkek ya da “erkekleşmiş” yöneticiler ve kısa vadeli menfaatler için ürettikleri bahanelerinden en kısa sürede kurtulmak ve hızla daha adil bir düzen kurmak.