1984 İstanbul doğumlu. Lisans ve doktorasını İstanbul Üniversitesi'nde tamamladı. Hukuk felsefesi alanında öğretim üyesi olarak görev yapıyor. Metinleri Varlık, Yeni E, Virgül, Dünyanın Öyküsü gibi dergilerde yer aldı.
Yayımlanmış kitapları:
Kılavuzun Burnu, 2014 (Deneme, Komşu Yayınları)
Pembe Kızıl, 2015 Notabene Yay. (2014, Öykü, Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülleri, dikkate
değer dosya/ 2016 Türkan Saylan Öykü Ödülü

Önemli şeyleri yolda yürürken düşürmeyenimiz yoktur. Bir adres, bir telefon numarası, bir toka, illaki bizi şimdiki pozisyonumuzdan bir adım ilerisine taşıyacak bir vesile. Eve gelip de ceplerimizi yokladığımızda orda olmasına güvendiğimiz şeyin yokluğu bizi allak bullak eder. Modern dünyanın koşturmacasında da eve gelip ceplerimizi yokladığımızda bulamadığımız bir şeyler var. 

Eliade, modern dünya ile kadim dünyayı birbirinden erginlenme törenlerinin varlığı ile ayırır. Kadim dünya erginlenme törenlerinin dünyasıdır, modern dünyada ise erginlenme törenleri yoktur. Modern dünya eşiklerin puslandığı bir dünyadır. Bu yüzden bir yanıyla modern dünya bireyi vaat ederken bir yanıyla elde kalan tüketimle vazifelendirilmiş yığınlardır. Şimdilerde hayaller hayatlar diye niteledikleri. Ortaçağ tarihçisi Huizinga da erginlenme törenlerinin oyunsal işlevine değinir. İnsanı bir rolden bir başka role taşıyan törenler sırasında topluluk tüm öteki sorunlarını ertelemeyi yeğler. Huizinga’ya göre de modern çağ oyunlarını yitirmiştir. İşte kadim rejimlerden modern dünya düzenine geçerken yolda eşiklerimizi ve oyunlarımızı düşürdük. 

Spor müsabakalarından törenlere oyununu yitiren çağda aslında oyunu mümkün kılan zemin değişmiştir. Antik Yunan’da dinsel bir anlamı olan spor oyunları bugünün dünyasında reklamcıların elinde insanın toplumsallığın tesisi edildiği bir vesile olmaktan profesyonelleşmiş bir rekabet güdüsü tatminine indirgenir. Bu elbette çağın pazarlama stratejilerine her şeyi malzeme ettiğine dair bir şikâyettir. Yoksa oyunun değersizliğine dair bir vurgu değil. Zaten Huizinga oyunun gerçek hayatın sorumluluğundan azade olsa da son derece ciddiyetle yapılması gerektiğinden söz eder. Çünkü oyun önceden belli kuralları, sınırlarıyla düzensiz yaşama bir düzen getirir. İşte oyunun bu işlevi onu yetişkinler için vazgeçilmez kılar. Oyunun düzensiz dünyayı insanın zihninde bir düzenlilik içinde anlamlandırmasını sağlayan bir kurallılığı var. Oyun için darmadağın bir dünyanın düzenlenmiş hâli demek ona olan ihtiyacımızı da kendimiz için anlamlı kılar. Oyun kontrol edilemeyen bir kuralsızlık içinde rastlantının tayin edici olduğu bir alın yazısı değildir. Oyuna dahil olanların kuralları baştan kabul ettiği bir düzenin tekrarlandığı bir süreçtir. İşte bu yanıyla da insana kurallılığın ta kendisini hatırlatır. Bundandır belki de hayattaki her karmaşık iletişimde kurallarına göre oynamaktan söz ederiz, oyun bir kaotik değildir çünkü. 

Modernliğin pek çok getirisi yanında eşiklerini ve oyunlarını yolda düşürmüş insanın birer özne olabilmesi nasıl olabilir? Oyununu ve eşiklerini yitirenin bunu neyle ikame etmesi gerekir? Ya da kendisi bizzat hayatın ikamesi olan oyunu ikame etmek mümkün mü? Belki de tam da git gide karmaşıklaşan bir toplumsal yapıda düzenlilik düşüncesine ihtiyacımız var. Oyuna belki de en ihtiyacımız olduğu anda onu hayatın zorunlu parçası olmaktan çıkardık, profesyonel bir eklenti haline getirdik. Oyunun hayatı düzenleyici işlevi hayatın uzağına düşürülünce belki de tasfiye oldu. Eksiğimiz bundan. 

Böyle bakınca Oğuz Atay’ın “Oyunlarla Yaşayanlar”ını anımsamak gerekiyor. Oyunları yazmadığını, onları yaşadığını söyleyen emekli tarih öğretmeni Coşkun Ermiş oyunu hayata katlanmanın bir stratejisi olarak benimser. Hayal kırıklıklarının hem kendinden hem ötekilerden gerçekleşmemiş beklentilerin bir telafisi olarak bir tiyatro oyunu sahnelemek ister. Ama oyunun sonunda oyun ile yaşam bir cilveyle birbirine geçer. Ermiş kendi kurallarının ciddiyetiyle dahil olunması gereken oyunu hayatın kuralsızlığıyla karıştırmıştır. Yani bir tür oyunbozanlık etmiştir belki de. Huizinga oyunbozanın, oyunun hassas evrenini tehdit ettiğini, bu yüzden de oyuncular tarafından derhal oyundan atılması gerektiğini ifade eder. Belki Coşkun Ermiş baştan hayat ile oyunun birbirlerine temas halindeki ama ayrı alanlarını birbirine karıştırarak baştan oyunbozanlık etmiştir. Kuralları hiçe sayan oyunbozan, oyunun büyülü eşiğini tahrip eder. Böylece de oyuncuların varlığını tehdit eder, çünkü oyun dahil olanlar onun kurallarını kabul ettikleri sürece kendini var eder. 

Peki ama madem öyle pazarlama bir oyun değil midir?  Öyleyse de pazara dahil olan oyunculara basitçe tüketici diyemez miyiz? Pazarlama ve piyasa profesyonelliğiyle ve oyuncuların büyülü dünyasını kâr talebinin kurallarıyla değiş tokuş etmesiyle Huizinga’nın Homo Ludens ayrıcalığındaki hayatın kuralsızlığına ikame edecek bir oyun bu yüzden değildir.