Kendi hâlinde bir kitap kurdu. Kitaplarla Lise 1’de Kartal Lisesi’nde bir edebiyat öğretmeninin zoruyla tanışmış. İyi ki de tanışmış.
Ömrünün 2000-2006 yılları arasına denk gelen altı yılını, içinde Müge İplikçi, Elif Şafak, Murat Belge ve Fatih Özgüven gibi bolca yazarın bulunduğu İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde, sonrasındaki on beş yılını da Sabancı Üniversitesi’nin Bilgi Merkezi’nde geçirmiş ve geçirmeye devam eden Özel, yıllar geçtikçe mesleğine âşık olmuş, çokça kitap okumuş, okuduğu kitapların birikimiyle de içindekilerini "BBY Haber Portalı" isimli mesleki sitede, Abbas Güçlü’nün yönettiği Türkiye’nin en büyük eğitim portalı olan Eğitim Ajansı’nda ve son olarak da Müge İplikçi’nin öncülüğünde çıkan Mikroscope dergisinde elektronik kâğıda döken biri. Öykü yazmayı da çok seven Özel, "COS" başlıklı bir öyküsü “Öykü Gazetesi”nde yayımlanınca o gün heyecandan sabaha kadar uyuyamamış.
Sabancı Üniversitesi İnsan Kaynakları biriminin organize ettiği "Hobi Atölyesi" kapsamında iki yıldır bir kitap kulübü koordinatörlüğü de yapan Özel, kitap okuma aşkını herkese bulaştırmaya kana kana and içmiş bir kitap elçisi.

Ev ilanlarına girdiğinizde açıklama kısmında ilgili emlakin nerelere yakın olduğu yazılıdır. Bu bilgiler, o evin değerini artırır ya da satılmasını kolaylaştırır. Örneğin havaalanına, hastaneye, okula, alışveriş merkezine yakındır. Hatta bazılarında camiye ya da türbeye yakın oluşu da önem arz eder. Benim aradığım kriter ise çok başkadır: Kütüphaneye yakın mı?

 

Öyle ya yılın bir ya da iki günü uçmak için havaalanı, evime yakın olsa ne olmasa ne! Artık çoğu kimse çocuğunu mahalle mektebine göndermediği için onun da bir hükmü kalmadı. E, türbe desen ona da şüpheyle bakıyoruz çünkü insanların olur olmadık zamanlarda çiş yaptıkları yerlere çözüm için, “Burada yatır var, türbeye dönüştürelim” haberlerine de çok rastlar olduk.

 

Aklını okuma ve yazmayla bozmuş bu dünyanın güzel insanları için, kitaptan ve kütüphaneden daha değerli ne olabilir! Onların şu yalan dünyada istediği tek şey -biraz bencilce olacak ama- yaz kış demeden, bayram seyran dinlemeden, gece gündüz hiç demeden kütüphanelerinin 7/24 açık olması ve en iyi dostları olan kitaplara hep yakın olmak.

 

Bu kültürde büyüyen kişilerin bir başka derdi de kütüphaneye gelecek yeni kaynaklardır. Beş-altı yıl once evimize yakın bir halk kütüphanesine gittiğimde, “En son ne zaman yeni kitap aldınız?”diye sormuştum kütüphaneciye. “En son iki yıl önce bir alım oldu, daha da olmadı” demişti. Neden böyleyiz biz? Neden verilen hizmetlerin bir sürekliliği olmaz? Özellikle belediyeler çok meraklıdır kütüphane kurmaya. Kafalarına göre belirli bir sayıda kitap koleksiyonu da oluşturulur. Zaten kütüphanedeki raflar da neredeyse dolmuştur. Kimsenin de aklına gelmez, yeni gelecek kitapları nereye koyacakları. Rahattırlar; sanki artık kitap yazılmayacakmış kadar rahattırlar. Açılışını da yaparlar şaşaalı bir şekilde ama her ne hikmetse sonra unutulur gider. Şu gösteriş merakından bir an önce kurtulsak da işlevine mi baksak kütüphanelerin!

 

İsmi lazım değil bir belediye başkanı, kurmuş olduğu kütüphanenin reklamını yapmıştı. Sessiz sessiz anlatıyordu yaptıklarını, kütüphanenin içinde. Sonraki röportajların birinde şöyle bir cümle kurmuştu: “İşlerin yoğunluğundan dolayı, altı aydır kitap okumuyorum.” Altı aydır kitap okumamak ne demektir, inanın aklım almıyor. Demek ki kitaplarla ilişkimiz de sahteleşiyor. Eğer hayatınızda kitap varsa altı aylık bir ayrılık kabul edilebilir bir şey değil. Bünyemize aykırı. Bu durum, tıpkı her gün almamız gereken bir ilacı altı ay almamak gibi bir şey. Sonrasını düşünmek bile istemiyorum. Anlıyoruzki bir altı ay daha, eve kitap alınmasa bir şey değişmeyecek çünkü kitap okuma alışkanlığı ekmek gibi su gibi ihtiyaç değilse, bir önemi yok!

 

Dünyanın en eski mesleklerinden biridir kütüphanecilik ve kütüphaneler de bu mesleğin mabetidir, şimdilerde ise tam bir teknolojik mabet. Son zamanlarda ABD’de görev süresi dolan başkanlar, kendi adlarını taşıyan kütüphaneler kuruyorlar. Her ülkede yaygınlaşmasını çok isterim ama bunun için dört ya da sekiz yılda bir, yeni başkan gelmeli ki kütüphane sayısı artsın.

 

ABD örneğinin yanı sıra, 2016 yılında bir toplantı vesilesiyle bizzat gidip gördüğüm ve çok beğendiğim Helsinki Halk Kütüphanesi’ne âşık olmuştum. Alışveriş merkezinin kütüphane versiyonu gibiydi. İçinde yok yoktu. Müzik aleti bile ödünç alabiliyordun. Makerspace tarzı uygulamaları ilk orada görmüştüm. İçeride kullanılabilecek dikiş makinalarından tutun da üç boyutlu yazıcılara kadar pek çok şeyi görmek ve kullanmak mümkündü. Aslında kütüphanelerin doğası gereği, özellikle yeni teknolojilerde, halkın henüz alım gücü ya da erişim imkânı olmayan şeyler bu kütüphaneler sayesinde olanaklı hale gelirdi. İnternetin ilk çıktığı zamanlarda da, insanlar bu teknolojiyle kütüphaneler sayesinde tanıştı.  Sonradan herkese yayıldı.

 

Lafı fazla uzattım, Finlandiya hükümeti, bunca imkânın üzerine kendilerini daha da şımartıp ülkenin 101. bağımsızlık yıldönümünde Finlandiyalılar’a bir hediye vermiş: Oodi Kütüphanesi. Bu kütüphane, bir millete verilebilecek en güzel armağan olsa gerek. Bizde doğum günlerinde hediye olarak gelen kitaplara burun kıvrılırken, Finlandiya’nın bakış açısına bakın. Ondan sonra biz niye böyleyiz diye kara kara düşünüyoruz. Onlarda da kütüphane var bizde de ama bakış açılarımız çok farklı. Umalım ki çağdaşlaşma yolunda onlar gibi bakalım kütüphanelere.