Tahran’da yaşayan İranlı Mahin ile Kastamonu Cide’de yaşayan Sultan’ı ortak kılan ne olabilir? İkisi de 70’li yaşlarda, ikisinin de kocaları ölmüş ve ikisi de yalnızlıkla başa çıkmaya çalışıyor. Aynı anda sinemalarda oynayan “Mukadderat” ve “En Sevdiğim Pastam” (My Favorite Cake) filmlerinin baş karakterleri farklı kültürlerden de olsa bizlere ortak bir sahicilik hissiyle ulaşıyor. İki filmde de kimi kez hüzünle kimi kez gülümseyerek izlediğimiz bu kadınlar son derece gerçek. Gerek baskıcı İran toplumunun gerekse muhafazakâr Anadolu taşrasının her yaştan kadınları nefessiz bırakmasına aşinayız. Bu bağlamda sinema tarihinde sayısız film bulabiliriz. Ancak 70’li yaşlardaki sıradan kadınların baş kahraman olduğu öyküleri beyazperdede bu derece vurucu görmek sevindirici doğrusu.
Maryam Moghaddam ve Behtash Sanaeeha’nın beraber yazıp yönettikleri “En Sevdiğim Pastam” son dönemde izlediğim en derinlikli filmlerden biri. Mollaların iktidara gelmesinden önceki İran’ı yaşamış bir kuşaktan Mahin. Kadınların dans edebildiği, kamusal alanda kahkaha atabildiği, serbestçe flört edebildiği o ışıltılı zamanların tanığı. Mahin, arkadaşlarıyla evlerde toplanıp ölmüş kocalarından ve hastalıklarından bahsederken eski günlerin kayıp gittiğini daha iyi anlar. Kocaman, loş bir evde tek başına yaşarken yalnızlığı ile baş etmenin yolunu aniden hayatına giren taksi şoförü Faramarz ile bulacaktır. Filmde bir geceye sığdırılan kocaman bir aşka tanık oluruz. Tek akşam da olsa zulada saklanan yasak şarabı çıkar, masaya sıcak yiyecekler dizilir, en sevilen pasta yapılır, eski İran ezgileriyle dans edilir, bahçedeki çiçeklerden, eski hayatlardan bahsedilir. Tek akşama koca bir hayat sığar. Şarap, dans ve kahkaha eşliğinde yalnızlık sona erer. Yıllardır çarpmaktan vazgeçmiş kalp tekrar ritim kazanır. Yürek sadece bir kas yumağından ibaret değil midir yoksa? Şehirde ahlak polisleri ve mahalledeki meraklı komşulara inat hiç olmadığı kadar özgürdür Mahin.
Nadim Güç’ün yönettiği ve Erdi Işık’ın senaryosunu yazdığı “Mukadderat” ise bizi bambaşka bir 70’li yaşlardaki karakterle tanıştırır. Nur Sürer’in başarıyla canlandırdığı Sultan, kırk beş yıl birlikte olduğu kocasını yatakta ölü bulunca yalnızlığı ile başa çıkmak için önünde tek bir seçenek görür: Derhal yeni bir koca bulmak. Bunun üzerine bankacı olan kızı Reyhan (Aslıhan Gürbüz) kocası ile İstanbul’dan Cide’ye gelir. Cide’de kahvehane işleten bir de oğlu Nevzat (Osman Sonat) vardır. Küçük bir kasabada koca arayışı mizahla örülmüş bir hikâye içinde Sultan’ın bambaşka bir insana evrilmesiyle değişecektir. Girişimci ruhu sayesinde Sultan ikinci baharında özgürleşecek; Sultan’ın yolculuğu yeni bir eş aramaktan sıyrılıp kişisel ve ekonomik bağımsızlığını elde etmeye ve toplumsal cinsiyet kalıplarına meydan okumaya dönüşecektir. Sultan sadece kendini değiştirmekle kalmaz, taşradaki kadın gücünü de örgütler. Kadınların da kimliklerini ve bağımsızlıklarını aramaları için onlara itici güç olur. Film Sultan’ın uyanışını merkeze alarak, kadın-erkek rolleri, taşralı-aydın çatışması, aile içi güç hiyerarşisi ve bireysel özgürlük gibi tema ve çatışmalara mizahi unsurlarla bezeli bir eleştiri yapmaktan da geri durmaz. Kimi zaman kadınların özgürleşmesinin ve emeğinin altını fazla kalın çizip didaktik olma sınırını zorlasa da ilham verici bir film olarak zihinlerde iz bırakıyor Mukadderat.
Mahin ve Sultan yalnızlıkla nasıl baş edeceğini bilemeyen iki kadın karakter. Birinin ikinci baharı, hiç ummadığı anda karşılaştığı ve kısacık bir zamana sıkışıveren aşkla, diğerininki ise can yoldaşı arayışında kendi gücünü keşfedip hiçbir erkeğe ihtiyacı olmadığını anladığında başlıyor. 70’lerindeki bu iki güçlü karakter tüm insani zayıflıkları, sevgi arayışları, mücadeleleri ve dirençleriyle beyazperdeyi ışıl ışıl aydınlatıyor.