E.K.’ya
Kadrajında kış var. Kar, dağlar… Bir de kışın ortasında soluk, alaca bulaca atkım, gözyaşlarım ve ben. Pek belli olmuyor ağladığım. Kar tanelerinin, isimlerini bilmediğim rüzgârlara karışan ritmik sesleri, benim bir o kadar ölçüsüz hıçkırıklarımın sesini bastırıyor.
Fark etmiyor ağladığımı, ben bile unutuyorum çoğu zaman. Tıpkı bir kar tanesi gibi boşlukta donuveriyor gözyaşlarım. Akmıyor, akamıyor. Donuveriyor öylece ve sonra onlarca kar tanesinden biri oluyor.
Ağlıyorum, daha çok ağlıyorum o görmedikçe. Dudağımdan dökülmeyen ya da çoğu zaman dökülemeyen her kelime birer göz damlası aslında. Hepsi içimi acıta acıta, kanata kanata akıyor. Atkım; geçen her saniye, her an gözyaşlarımla biraz daha boyanıyor, kırmızılaşıyor…
Kar taneleri de benim ağlamama ayak uyduruyor. Benimle birlikte bulutlar da mı ağlıyor, hatta rüzgârlar da içimde kopan fırtınaların yeryüzündeki tecellisi mi bir nevi? Yoksa tüm çabaları benim hıçkırıklarımın sesini mi bastırmak bilmiyorum ama ben daha çok ağladıkça kar da rüzgâr da hızlanıyor, tipi başlıyor. Zaten donmak üzere olan bedenim buna ne kadar daha dayanabilir, bilmiyorum.
O bir kuytuda, her zaman olduğu yerde.
Öylesine seyreder acıyı hep. Bir de insanların acılarını, unutmak isteyip de unutamadıkları acılarını, zihinlere daha fazla, hep daha fazla kazımaktan başka işe yaramayan fotoğraflar çeker.
Haykırmak istiyorum ona; “Kurtar beni!” diye. Ama hayır, sesim çıkmıyor; artık benim kontrolümde olmadığını tüm benliğimle hissediyorum.
Nice sonra tipi duruyor. Tipiyle beraber benim ağlamam, haykırmaya çalışmam da. Sözcüklerim mi tükendi yoksa onları söylemekten vaz mı geçtim ya da bir faydası yok mu artık onları söylemenin, bilmiyorum.
Etrafta, benim hiç anlam veremediğim bir şekilde çokların “ölüm sessizliği” diye nitelendirdiği bir sessizlik, bedenimde tuhaflık, garip bir soğukluk…
O, çıkıyor saklandığı yerden tipi durunca.
Bana doğru geldiğini göremesem de hissedebiliyorum. Bembeyaz karlar üstündeyim; kırmızı atkım, yanağımda donan gözyaşlarım…
Soluğumu dinliyor. “Geç kaldın!” diyorum içimden, çok geç kaldın. Üzülüyor mu bilmiyorum. Hep yaptığı gibi seyrediyor yalnızca, mimiklerinden bir şey anlamak imkânsız: donuk bakışlı, hep olduğu gibi soğukkanlı. Usulca, kırmızı atkımı düzeltiyor bir tek.
Sonra kamerasını alıyor, üstündeki karları temizliyor, az önce acıyı seyrettiği, bir de öylesinde fotoğrafladığı yere geçiyor ve,
Ve işte
Kadrajında cesedim…
Kardan heykel yapıcısı
– Onları da fotoğraflamak ister misiniz?
Ama onlar eri…