1967’de İzmir’de doğdu. Bu coğrafyanın çeşitli bölgelerinde okul anıları ve güzel arkadaşlar biriktire biriktire Ankara’ya üniversite okumaya gitti. Gazi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Eğitimi bölümünü bitirdi ve aynı şehirde kaldı. ODTÜ’de on beş yıl öğretim görevlisi olarak çalıştıktan sonra, İstanbul’un çağrısına kulak verdi. Sabancı Üniversitesi’nde on yedi yıl akademisyenlik yapıp emekli oldu.
İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde Kültürel İncelemeler bölümünde yüksek lisans yaptı. Halk bilimi, sosyoloji, tarih ve felsefe okudu. Kurumsal iletişim uzmanı da oldu.
Çeşitli dergilerde Türk yazarları ve kitapları üzerine araştırma/inceleme yazıları yayımlanmış, çocuk edebiyatı/çocuk edebiyatı yazarları hakkında konferanslar vermiştir. Şiir, özel ilgi alanıdır. Şiirleri ve yazıları, edebiyat ve sanat dergilerinde yayımlanmaktadır.

An itibari ile bulunduğumuz yerden en geniş açıyla kuzey yarım küreden bakıyoruz kış üçlüsüne (aralık- ocak- şubat) ve yine bu yarım kürenin neresinde olduğumuzla yakından ilgili ya çok üşüyoruz ya da geçiveriyor çok da soğuk olmadan ay dediğimiz zaman dilimi… Güney yarım küreden baktığımızda ya da o yarım küreye baktığımızda bu üçlü terletiyor. Yani ‘kış uykusu’ farklı farklı zamanlara denk düşüyor. Bizim yazımızın konusu kuzey yarım kürede ‘kış uykusu’ndan yola çıkıyor elbette. İçine; bazen yağmurla bazen karla ıslatan ve üşüten hallerin bir kısmını sığdırmaya çalışıyor.

Gece/ Gündüz Döngüsü…

Uyku; çizgisel zamanda, döngüsel bir var oluşu sürdürme geleneği… Bedenin uyku ihtiyacı, görece sağlıklı kalmanın da olmazsa olmazlarından. Kişiden kişiye ve yaştan yaşa değişen bir süresi var uykuda olmanın. Uyku bazen ‘tatlı rüyâlar’ın kucaklayıcısı. Duruma göre bazen kâbusların da… Uyanma halleri de farklı elbette, bu coğrafyanın bazı bölgelerinde uyanmak, üşümek demek bazılarımız için… bazılarımız için sıcacık bir salonda kızarmış ekmek kokusu…

Karıncalar, kışın hele de ıslaksa dışarılar o coğrafyada hiç ortalıkta görünmez (bazı evler, bu durumun dışında kalır elbette). Farklı bir çaba, adı konulamayan bir irade ve ne yapılması gerekiyorsa onu, tam zamanında yapma kararlılığı bana karıncaları hatırlatır hep. Bir de Buket Uzuner’in “Güneş Yiyen Çingene” öyküsünü… Bu öyküde “Gözleri olmayan hiçbir şeyi sevmediğimi anneme anlattım. Gözlerine baktığım her canlının iyi, güzel, sevecen olup olmadığını anlıyordum, oysa bisikletin gözleri yoktu. Annem gözlerime baktı, yorgun gülümsedi, ‘Karıncaların gözlerini nasıl görüyorsun Oğuz?’ Şaşırdım. Bilemedim. Karıncaları severdim. Kafam karıştı. Sustum.” der anlatıcı… Bir bilinç uyanışı, idrak yolunda bir uyanma çabasını düşündürür bana hep bu satırlar. Karıncaları düşünürüm, kış uykusuna yatmadıklarını…

Uyanık Olma Hali…

Uyanmak için önce bir uyku gerekir. Biri olmadan diğeri yaşanmaz. Uykusuzluk insanı bedenen ve ruhen nasıl yorarsa çok uyku da yorar. Bedeni zihni uyuşturur bir bakıma… (Burada tıbben bir sorun olan iki durumu konumuzun dışında tuttuğumuzu da belirtmek gerekiyor elbette)

Akşam erken iner bu mevsim. Ortalık birden kararır, kalın giysilerin içinde beden nasıl üşümekten kaçarsa hızlı adımlarla, zihin de uyanık kalmaya çalışır erken inen karanlığa inat. Ne kadar başardığı işte kişiye kalmıştır. Zira nasıl çok soğuk uykuya davetse çok sıcak da uykuyu iç cebinde taşır. Geliverir çat kapı uyku…  

Kışın gecesi uzun, muhtemel uykusu derindir. Burada mesele zihnin kış uykusunun süresi sanırım. Karıncalar, kış aylarında yuvalarına çekilir, hareketleri yavaşlar, yaz boyunca topladıkları besinleri tüketir ve yeni baharda hızlanmaya hazırlanır. Karıncalardan özür dilemenin zamanı da bu andır işte. İnsan zihninin ve vicdanının uzun kış uykusuna çekildiği zamanlar sanki bu aralar. 

‘Karıncalar çalışkandır’ derler…

Karıncalar, edebiyatta genellikle ‘çalışkanlık’ çağrışımıyla kullanıyor. Doğayı taklit ederek sanatı gerçekleyen insanın zihnini de vicdanının da işletilerek parlatılması, taze tutulması gerekiyor aslında. İnsanlığı da taklit ederek sanata dönüştürmesi sanki iyi gelecek… Gündelik ‘hayat gailesi’nde hep bir kış uykusu halinde oysa bu iki durum. Kişiler arası iletişimde bir gözlemleyin bu durumu zihin uyuşuk, vicdan kış geceleri gibi erkenceden kararmış. Aydınlığa varmak için görece yorgunluğa ve muhtemel buz gibi bir ortama yenik düşmüş. Bu konuların üzerinde bireysel çalışmalar yine muhtemelen yüksek rafların birine kaldırılmış, tozlanıyor.

Kuzey grisinde uyku…

Kuzey yarım kürede kış üçlüsü başladı. Soğuk, ıslak, gri veya beyaza bürünmüş ortalık. Sıcakkanlı canlılar yavaştan kış uykusuna geçiyor. Onlar ve elbette doğa için kış; “değişime/tazelenmeye hazırlık” zira ilkbaharda “meyveye duracak” önce, sonra sunacak yenilediklerini. Yaz da “kutlama” bütün bu emeklerin ‘renkahenk’ kutlaması. Sonbahardaki “gerilim ve değişim ihtiyacının tekrarı”na gelmeden hemen önce işte. Doğadaki bu döngüyü fark etmek insan zihninde ve bir adım ötesi ‘idrak’ta hep gerilere itiliyor. Karıncalardan özür diliyorum bu yüzden de… 

Nerede yaşadığınızla doğru orantılı, ‘idrak’ seviyesinde yol almalar farklı boyutta elbette. Sadece kendiyle ilgilenen, sadece kendini önemseyen ‘kişi’ epeyce gerilerde ve kış uykusunun en derininde hem de rüyasız bir sürecin içinde. Uykuda yolculuk, düşlerle yüzleşmek demek ya. Hatırlamayı, üzerinde düşünme, biraz da üretmek… İşte buradan bakınca zihnin kış uykusunu uzatmak uyuşturuyor ve hakkını vererek yaşamamak yoruyor ‘kişi’ her nerde olursa olsun. Zihnindeki kış uykusundan çıkarmıyor kendini. Bu yüzden de karıncalardan özür diliyorum işte…

Bu aralık kaç adımda bir karşılaşılacak kış uykusunda kalmış vicdanla, gülümseyen bir çift gülümseyen gözle ve nezaketle… Dikkatsiz ayakların ezdiği ve gözlerini görmek için asla çaba harcamayanlar için de karıncalardan özür dilerim. Bu kışı ve kış uykusunu “değişime hazırlık” görenlere de selâm olsun… Bakalım ne kadar uzun sürecek bu kış…

Karıncalar, bizdeki kış uykusu uzun sürecek gibi… Baharda gözlerinizi fark etmeyeceğimiz için de özür dilerim.