İnsanı toplumsallaştıran onun tamamlanmışlıkları değil de eksiklikleri olduğuna göre ihtiyaçlarımız bizi biz yapan ayrıcalıklarımız da aslında. Hegel’den Farabi’ye insanın toplumsallaşma ihtiyacının onun varlığına içkin bir yanı, ontolojik bir zorunluluğu olduğunu savunan teorisyenler için öteki bir tehdit değil, bir tamamlayıcı. Birbirimizle kurduğumuz ilişkilere kendi kendimize yetemediğimiz için muhtacız. Bu muhtaçlık insanı alçaltan değil, aksine insan yapan bir muhtaçlık. Yani reklamların kendi kendimize yetme sloganlarını ve vaatlerini toplumsallığımız bakımından çoktan boşa düşürdüğümüzü bilmeliyiz. Bir ötekine ihtiyaç duymamız, sesine, sözüne, bakışına, onayına ihtiyaç duymuyorsak bir tuhaflık var. Hem birbirimizle hem de çevremizle kurduğumuz ilişkide bu eksiklik ve tamamlanma ihtiyacımıza dair izleri bulabiliriz. Bu ihtiyaçların sadece maddi getiri ile açıklanamayacağını söylemeye gerek yok. İhtiyaçlarımız ile kurduğumuz ilişkilerin karşılıklı bir sorumluluk alanı yarattığını görmek de gerekir. Böyle olunca kriz dönemlerinin yatıştırmaya yönelik özbilinç sahibi olmayı aşacak düzeyde mutlak içe dönüş reçeteleri salık veren söylemlere de temkinli yaklaşmak şart.
Çevremizle kurduğumuz ilişki de böylesi bir tamamlanma, eksiklikleri giderme ihtiyacımızdan kaynaklanıyor. Çevremiz derken kastettiğimiz sadece insanlar arası bir iletişim türü değil elbette. Evimizdeki, sokağımızdaki, mahallemizdeki hayvanlarla, bitkilerle kurduğumuz da böylesi bir ihtiyaçlar ve sorumluluklar alanına dair. Evini, sokağını kedilerle paylaşanlar böylesi ihtiyaçlar üzerine kurulu iletişim meselesinin en belirgin özneleridir. Kediyle paylaşılan evler de bu karşılıklı ihtiyaçlar üzerine kurulur.
Oya Baydar’ın Kedi Mektupları’nda da kedilerin böylesi bir ihtiyaç üzere hikâyeleri anlattığına tanıklık ederiz. Berlin Duvarı yıkılmış, Sovyetler henüz dağılmamıştır. Almanya’daki sürgün devrimcilerin sürdürdükleri sıkışmış ama dünyanın değişimine tanıklık eden hayatlarını okuruz Kedi Mektupları’nda. Her hanenin onlara yoldaşlık ve tanıklık edecek, hikâyelerini anlatacak bir kedisi vardır. Tanık, kendi yaşamlarına kendi çevrelerinden ama kendilerinden başka dünyadan birileri. Kediler Artur, Nina, Proleter, Yoldaş, Gece, Kirli, Kısmet sahiplerinin yaşamlarını ve devranın dönüp duruşunu mektuplarla anlatırlar. Mektuplarında asıl olarak sahiplerinin sırlarını anlamayı amaçlarlar, neler olup bitmiştir, sahiplerinin umutsuzluğu, kederi neyedir ipuçlarını birleştirmeye çalışırlar. Zaten bu çabalarına özellikle Sahiplerin Sırlarını Araştırma Projesi adını verirler. Bu mektup satırları, hormonlarının kokularıyla yazılır. Kapalı bir çevre içinde, hayatta kalmak sürgünlere elbette yetmemektedir. Birbirleriyle iletişimleri, haberlerden beklentileri, sıla hasreti hikâyelerini içeriklendiren zaaflardır. İçe dönüp hayatta kalmakla yetinmek mümkün değildir.
Kedi Mektupları’nın kedileri sahiplerinin dertleriyle dertlenir, sevindiklerinde birlikte sevinirler. Kimi zaman aynı cevapları verirler, ama illaki sahiplerini dikkatle takip eder, onların yaşadıklarına şahitlik eder. Kedilerin sahiplerine ettikleri yoldaşlık, memlekete geri dönüşle de devam eder. Neredeyse kedilere göz kulak olan sahipleri değil, sahiplerine göz kulak olanlar kedilerdir. Alışıldık ilişkinin mektuplarda tam tersine çevrildiğini anlarız. Kediler sahiplerine, sahipleri de kedilerine karşılıklı bir sorumluluk duyarlar. Ev bir sorumluluk alanına dönüşür.
Mektuplarda, sahipleriyle zaman geçire geçire onların huylarını edindiklerini anlatılar birbirlerine. Edindikleri en belirgin insan huyu, türdeşlerine duyduğu ihtiyaç olsa gerektir. Hepsi birbirlerinin mektuplarını dört gözle bekler. Aslında kendine yetmesiyle, hatta bölgesini kokusuyla işaretlemesiyle bilinen kedilerin insanlaşması mektuplar vasıtasıyla dayanışmayı pati pati ya da adım adım, size nasıl geliyorsa, örerek olur. Teori kurşuni, kediler de rengârenk.