Şu hayatta birçok acı yaşadım. Bir ikisini saymazsak aklımda hep bir muzırlık vardı. Tanrı günah yazmasın ama bir cenaze töreninde bile hikaye kurgusu yapabilecek bir kafa yapısına sahibim. Hatta bir cenaze namazında küçük küçük sırıtırken yanımdakilerin çatık kaşlarına maruz kaldım. Cebimden, hayali kaş gevşetici kremimi çıkarıp kaşlarına süresim geldi.
Cenaze namazlarında genelde imamlar şöyle der: “Kuran’da da dediği gibi….” Bu seferki imam çok değişikti. Şöyle demişti: “Şairin de dediği gibi her ölüm erken ölümdür.”
Şimdi Kuran’dan alıntı yapılan cenazelerin aksine bir şairden yapılan atıf, beni cenazede bile edebiyatla buluşturdu, hem de tebessümlerle: “Şairin de dediği gibi…”
Ne diyelim, romantik imamlarımızın artması dileğiyle! Hem böylece ebediyete edebiyatla yolculanırız.
Lafı uzatıyorum bazen. Kızıyorum sonra kendime, lafı uzattığım için; ama bazı yerlerde de uzatmak gerekiyor. Sadece, lafı fazla uzattıktan sonra, lafı fazla uzattığımı söylemesem daha iyi olur. Böylece lafı daha da fazla uzatmamış olurum.
Neyse lafı bu sefer de fazla uzattım.
Esprili yanımı çalıştırmadığım alanlardan biri de bütün dünyayı ilgilendiren iklim krizi sorunudur. Bu konuya olan ilgim o kadar fazlaydı ki çalıştığım kurumda iş arkadaşlarıma küresel ısınma konusunda bir sunum yapmaya kadar vardırdım işi.
O kadar ilginç ki bu konu kimse üstüne alınmıyor. Alsa bile, dünyanın sonunu kendi ölümüne denk tutuyor. Benden sonra tufan diyor. Halbuki hepimizi ilgilendiriyor. Henüz doğmamış çocuklarımızı, torunlarımızı, onların çocuklarını…
Vücudumuzun ateşi yani ısısı 1-2 derece artınca feleğimiz şaşıyor. Dünyanın ısısı farklı mı sanki! Felaketi, çok fazla ısı artışı olarak görmemeliyiz. 1-2 derecede dahi bütün dengemiz altüst oluyor. Bütün insanlığın bu konuyu anlaması için bile bu 1-2 derecelik artışın neden olduğu sonuçları kendi vücudumuzdan anlayabilmek mümkün.
Peki ya gözü kara devletler! Onlar ne zaman anlayacaklar? Çıkarları buna izin verecek mi? Düşünsenize, her ülkenin bir emisyon kotası var. Sanayileşmiş ülkeler kotalarını doldurunca o yıl bir şey yapmamaları gerekirken, kotalarını kullanamamış fakir ülkelerden emisyon kotası satın alıyor. İşin garip yanı buna izin veriliyor. Kazançlarını daha da artırıyorlar. Bir de üstüne görkemli stüdyolarında prodüksiyonu güçlü filmler yaparak timsah gözyaşı döküyorlar. Yakında hepimiz gerçek filmin figüranları olacağız.
Kısacası bu krize doğru dürüst çözüm bulamazsak hepimiz birer figüran olarak öleceğiz. Peki dünyaya ne olacak? Hiçbir şey. O bizden kurtulduktan sonra yaralarını çabuk saracak ve dönmeye devam edecek. Motorları maviliklere sürecek dünya. Eşşiz maviliğiyle ve yeşilliğiyle diğer gezegenlerin ve şatafatlı yıldızların başını döndürmeye devam edecek. Nice yıldız, dünyanın güzelliği karşısında kayıp gidecek. Belki de o yıldızlar, Şair Ahmet Aslan’la aynı duyguları hissedip ölümün boşluğuna kayarken dudaklarından şu dizeler dökülecek:
Derler ki yıldızdır o kayanlar
Bence Gökyüzü taş atıyordur
Sevgilisinin penceresine